Bir hafta sonu Sait Faik'le

Başlığı attım ama yazıyı nasıl sürdüreceğimi bilmiyorum.

Ya da iyi bilmiyorum.

Aklımda bazı düşünce kırıntıları yok değil.

Hatta ilk cümle hazır:

“Seninle hiç karşılaşmadık.”

İlk cümle yazıldı ya, sonrakiler çorap söküğü gibi gelecektir...

Onları artık tırnak içine almayayım...

Karşılaşmadık, zaten karşılaşamazdık.

1954’te İstanbul’da öldüğünde ben küçük orta Anadolu kentinde, 12 yaşında ortaokul öğrencisi imişim.

Seni ilk ne zaman okudum, anımsamıyorum.

Sanırım daha sonraları.

Gerçi bellek bazı şeyleri karıştırıyor.

Yapmadığın şeyi yapmış gibi anımsayıveriyorsun.

Derken ondan da kuşku duyuyorsun.

Böyle bir şey olmuş mu, olmamış mıydı?

Doğrular, yanlışlar, gerçekler, hayaller birbirine karışıyor.

Bir zamanlar düşümde kendimi görmüştüm. Çocuk olan kendimi.

Kurumuş ırmak yatağı gibi bir yerde duruyordum.

Çok üzgündüm. Ya da üzgündü. Gerçek olan hangimizdi, rüyayı gören mi, rüyadaki ben mi?

Ya da şöyle söyleyeyim: Hangisi daha gerçekti?

Burada işler karışıyor...

Daha gerçek olan hangisi? Sanat mı, yaşam mı gibi bir ikilemle karşı karşıya kalıveriyoruz...

İyisi mi başa döneyim...

Seni ilk ne zaman okuduğumu anımsamıyorum ama “Şimdi Sevişme Vakti” adlı........

© Cumhuriyet