Eylül günlerindeki savaş ve barış...

Bu haftalarda Cumhuriyet tarihimizin önemli günlerinin yıldönümleri var. 30 Ağustos’ta, Kurtuluş Savaşımızı başarıya ulaştıran askeri zaferin 102’inci yıldönümünü kutladık.

1 Eylül günü ise biz de dahil, birçok ülkede “Dünya Barış Günü” olarak anılan çok önemli bir gündü. Aslında, dünyanın bugüne kadar görüp yaşadığı en büyük savaşın başlangıç günüydü. Asker, sivil yaklaşık 70-80 milyon insanın ölümüne neden olmuştu o savaş. Yaralanan ve büyük bir kısmı sakat kalanların sayısı da 40-50 milyon civarındaydı. Rakamlar, elde edilebilen bilgilere, ama bir ölçüde de tahminlere dayanıyordu. Başta savaşın sonuna doğru Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki’deki hedeflerine atılan atom bombalarının dehşet verici sonuçları ile Almanya’da savaştan kaçıp sığınacak yer arayan sivilleri hedef alan “Dresden’in bombalanması” gibi saldırılar hatırlanırsa, ölü ve yaralıyla ilgili sayılarının abartılmış olduğu düşünülemezdi.

Birçok ülkedeki şehirlerin sanayi tesisleriyle, konutlarla dolu bölgelerinin, hastaneleri, kreşleri, okulları dahil, her yerine yönelik bombalamaların sonucu olan hasarların da hesabını kesin olarak saptamak mümkün değildi.

O akıbete uğrayan şehirlerden bazısındaki yöneticiler, bombaların neden olduğu enkaz yığınlarını bir araya toplayıp üstlerine bolca toprak yığarak “yapay dağlar, tepeler” oluşturmuşlardı.

O gerçeklere bakılarak, İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç günü olan 1 Eylül’ün, dünya çapında bir “yas günü” olarak hatırlanması da mümkündü. Ama savaş sonrasındaki dünya kamuoyunda, o dönemin, tüm acı olaylarıyla birlikte gerçekçi olarak hatırlanmasının ve daha sonraki kuşaklar tarafından daha iyi fark edilmesinin isabetli olacağı fikri yaygınlaşmıştı. O fikrin temeli bizim İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif’in ünlü şiirindeki duruma da uygundu:

“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü........

© Cumhuriyet