Yıl 1950. Diyarbakır’ın yazlık sinemasında bir aşk filminin gösterime girdiğini duydum. Onu kaçırmamak istiyordum ama cebimde simit alacak param bile yoktu.
Dar durumlarda insanın önüne umut kapılarının açıldığı oluyor. Çocukluk yıllarımda beni acıdan acıya sürükleyen yazgım, kapıyı bu kez bana açtı. Kendimi yapımı bitmemiş bir binanın önünde buldum. İçi zindan karanlığı da olsa filmi oradan izleyebileceğim içime doğdu. Önümdeki karanlığı yararak binanın içine girdim. Sinema perdesi ayna parlaklığında önüme çıktı...
“Romeo ve Juliet” yazlık sinemada on yedi gece gösterildi. Kendimi olaylara kaptırmıştım. Ben de on yedi gece, perdedeki Romeo ile Juliet’ten kopamadım. İlk gece, maskeli baloda Juliet’in dansını uzaktan gözleyen Romeo’nun acıları içimi yaktı. İkinci gece, aileler arasındaki düşmanlığın, o derin sevdayı kurutma yolundaki duyarsızlıklarına gözyaşı döktüm. Üçüncü gece, sevdalıların........