Gelip geçenler...
Sezgin Kaymaz’ın “Uzunharmanlar’da Bir Davetsiz Misafir” romanında, yepyeni bir mahalleye taşınan Musa’nın ilkin yaşadığı evde karşılaştığı sıradışı olaylara tanık oluruz. Oturduğu eve daha önce kendisi gibi bekâr kiracılar taşınmıştır. Ama hiçbiri değil o evde, o semtte bile barınamamıştır. Kendisini kimseye göstermeyen ruh, cin, peri, ne adını verirseniz evdeki bir kadının varlığından söz edilmektedir. Dahası bütün mahalle evdeki bu alışılmadık hâli konuşmakta, Musa’nın bir an önce o evden kurtulmasını salık vermektedir. Derken kadın bir gece Musa’nın karşısına çıkar. Uhrevi bir yerden geldiğini söyleyince işler iyice karışır. En sonunda roman akla gelmeyecek sürpriz bir sonla biter. Ne o evin ne de o mahallenin dünyamızdaki gerçekliği şüphelidir.
*
Uzun zamandır yaşadığımız günleri ağır kasvet içinde tüketirken, karanlığın ortasında debelenirken, yaşam ve ölüm arasındaki ince karşıtlığı sorgularken gerçekliğimizin nerede başlayıp nerede bittiği konusu sınırlarımızı fazlasıyla aşıyor. Bundan yıllar önce bir ilkbahar günü yurtdışında ülke özlemiyle çökmüş öylece duruyor; bir tahta merdivene oturmuş uzağa bakıyordum. Kalbim Ali Şir Nevai’nin bir dizesi gibiydi: “Bahar geldi lakin gül meyli kılmadı gönlüm.” Halimi görmüş olacak, kaldığımız yerleşkenin getir götür işini yapan siyahi Milton şöyle bir soru sordu: “Bugün arabayla yola çıkarsak iki gün sonra Türkiye’de olur muyuz?” İlk başta eyaletinden başka bir yer görmeyen, dolayısıyla dünyanın kendi yaşamlarına eş olduğunu düşünen, cehaletin sıradanlaştığı bir yere özgü bu soruya güldüm, geçtim. Ancak zamanla bu soru mıh gibi içime oturdu. Son zamanlarda sosyal medyada sıkça........
© Cumhuriyet Spor
visit website