Yani bütün hikaye kendine ne kadar sahip çıktığınla ilgili en nihayetinde.
Denenmemiş olanı denemeyi ne kadar istekli olduğunla ilgili.
Yoksa rakamlar sadece rakam, markalar sadece marka, insanlar sadece insan..
Yani sen onlara nasıl bir enerji ve duygu veriyorsan o kadar canlanıyorlar karşında. Kısacası sen bağlıyorsun kendini onlara, güç kaynağın onlarmış gibi davranıyorsun. Oysa güç her zaman hep sende.
Geçen gün nereden çıktı karşıma bilmiyorum birden 90'lara ait 2 filmi peş peşe izlerken buldum kendimi. Biri 1997 yapımı olan Michael Douglas’ın oynadığı The Game (Oyun) isimli film, biri de 1999 yapımı olan Matrix'in babası olarak bilinen 13th Floor (13'ncü kat) isimli film. Açıkça söylemem gerekiyor ki her iki filmi de yılların ardından bugünkü bakış açımla yeniden izlemek bana bambaşka farkındalıklar kazandırdı. Özellikle simülasyon içinde simülasyonun olduğu 13. katı izlerken, filmin sonundaki sahnede 2024’ün 21 Haziran'ına tarihlenen gazeteyi görmek ve de bir anlamda 99 yılından bu yıla, hatta tam olarak o gazetedeki yılın şu andan 2 ay sonrasına ışınlanmak çok hoşuma gitti. Bu kesinlikle beklediğim bir şey değildi ve o nedenle de bu ayrıntıyı yakalamak bana epey ilginç geldi.
İçinde yaşadığı dünyanın sınırlarını görmeye çalışan Asthon’u izlerken ‘peki ya biz bu dünyadaki sınırlarımızın ne kadar farkındayız?’ dedim içimden.. ve sonra da şöyle devam ettim;
‘Kaç sınıra ulaştık, kaçında kendimizin bilmediği bir hali ile karşılaştık? Peki ya sınırlarımızın gerçek olduğuna ne kadar eminiz? Ne kadar gidebildik acaba bu yaşımıza kadar bizde şüphe uyandıran gerçeklerin peşinden? Şüphemiz var mı peki bu yaşamın, bu dünyanın gerçekliği fikrinden?’
Hani filmin en başında ünlü Fransız filozof ve fizikçi Descardes’in ‘Düşünüyorum, öyleyse varım.’........