Kaldığım taş evin üst katındaki odada, beyaz bir şömine vardı.
Yanındaki masada ise neon renkli kartlar, üzerinde de mutlulukla, sevgiyle ilgili mesajlar.
Kapıdan girdiğin an seni bir sepetin içinde üstü boyalı çakıl taşları karşılıyordu. Bazılarının üzerinde yazan kelimeler, soru cümleleri ise gün boyunca aklından bir türlü çıkmıyordu.
Banyosundaki pencereden sanki biraz daha detaylı baksan çıplak gözle bile dünyanın öbür ucunu görebileceğini hissediyordun.
Odada bir tam tur attıktan sonra ise ‘burada farklı bir şey var, hem çölleri, okyanusları, deniz canlılarını, geceleri, gündüzleri hem de yaşamın en sakin ve huzurlu anlarını barındırabiliyor’ diyordun.
Orada kaldığım süre boyunca belki bu yüzden çıkamadım odadan.
Dünyanın dışarıda değil de içeride, bu odanın tam ortasında bir yerlerde dönüp durduğundan adım gibi emin olduğumdan.
Belki bu yüzden güneşli bir kış öğleden sonrası, yazdan daha sıcaktı balkon.
Kış mevsiminde süs havuzuna dönüşmüş yaz havuzunun parlak turkuazını dakikalarca izlemek, dev bir okyanusun dalgalarını izlemekten farksızdı.
Bu yüzden izledikçe iyileştim, sorgulamadan izledikçe daha da sakinleştim..
Sonra, öyle sıcaktı ki koridorlarında rüzgarla uçuşan renkli perdeler.
Adım attıkça sen, seninle oyun oynar gibiydiler.
Sanki bir masalın içindeydin, sanki Alice hep sendin. Ancak beyaz tavşanın peşinden gidenlerin görebileceği bir diyarda, zamansız bir mekanda dünyayı yeni baştan keşfediyor gibiydin..
Taşların üzerindeki kelimelerin peşine düşüşüm böyle oldu bu cennet koridorlarında. O oval taşların üzerinde yazan renkli kelimelerle böyle yolculuk yaptım zamanda.
Saat tam 4'tü, belki o kelimeler yüzünden uyandım Alavya'da kaldığım ilk gecenin sabahında.
“Why not?" / "Neden olmasın?"........