Şimdi soracaksınız bana, 9 mart 2020 tarihli "Bazı ölümlerin sebebi yarım kalan aşklar mıdır?" başlıklı o yazına 4 yıl sonra neden geri dönüyorsun diye..
Nedeni hiç tahmin etmediğim bir şekilde oldu diyebilirim.
Geçtiğimiz hafta Ankara'daydım. Bu yıl 10’uncusu düzenlenen ArtAnkara Çağdaş Sanat Fuarı'nı geziyordum. Ne Marina ve Ulay'ın hikayesi, ne aşklarını kendi kişisel ve ruhsal dönüşümlerinde nasıl kullanmış oldukları, ne de Moma’daki son buluşma anları aklımdaydı. Fakat fuarın en üst katında, Sanatçı Kadınlar Derneği (SKD) Başkanı Yasemin Coşkun'un "İki Uzak Sandalye" başlıklı yazısının asılı olduğu duvarın hemen arkasında yer alan karşılıklı konumlanmış sandalyeleri görünce başka bir şansım olmadı. Mecburen 4 yıl öncesine gittim çünkü SKD üyesi olan 19 katılımcı sanatçının ikişer tane tek tip ahşap sandalyede (birisi Marina diğeri de Ulay için) kendi sanatsal dil ve tekniklerini kullanarak bu kavramı nesne üzerinden irdeledikleri işleri bana yeniden “Bitmesi gereken büyük aşkları", Marina ve Ulay'ı, o kavuşma ve ayrılma anlarını düşündürdü.
Yasemin Coşkun'un kaleme aldığı "İki Uzak Sandalye" başlıklı o yazıda Marina’nın Mart 2010’da gerçekleştirdiği Moma’daki ‘The Artist is Present’ performansından hareketle araştırmacıların bir yabancı ile tanışma/karşılaşma anında tercih edilen göz teması süresinin 3 saniye olduğu, 9 saniye sonrasının ise olumsuz etki bıraktığı yazıyordu. Ve de yazının içinde şöyle bir cümle geçiyordu: ".. göz teması kurmak o kadar önemlidir ki kısa bir süreliğine bile olsa bir kişi sizden bakışlarını kaçırıyorsa kendinizi dışlanmış hissetmeye eğilim gösterirsiniz.."
Dolayısıyla fuarın o katını “göz göze gelmek / gözlerinin içine bakmak / birbirini çok iyi tanıyan ancak uzun yıllar birbirinden bir takım sebeplerle ayrı kaldıktan sonra yeniden karşılaşan insanların birbirleriyle göz göze geldikleri o ilk anda birbirlerine hissettirdikleri duygular / bakışların insana getirdiği boşluk veya derinlik hissi / bir yabancının gözleri ile insanın kendi gözlerinde ilk kez karşılaşıp tanışması.." gibi kavramları düşünerek gezdim.
Sonra yol beni fuarın alt katına çıkardı. Koridorlar arasında dolaşırken de karşıma ‘Opia’ adında bir eser çıktı. Eserde bir kız vardı, yarı ürkek yarı kendinden emin bir biçimde birine, bir şeye doğru bakıyordu ve bu kız karanlıktaydı. Kızın yalnız ve de çaresiz halinden etkilenerek ‘Opia’ ne demek diye sordum sanatçısı Şafak Sırcan’a. O da bana beni gülümseten bir yanıt verdi. Opia'nın psikolojide başka bir insanla göz göze gelindiğinde yaşanan gerginlik hissini tanımlayan bir ifade olduğunu söyledi.
Opia hissi, tanıdığımız veya tanımadığımız bir insanla göz göze geldiğimizde yaşadığımız tedirginlik, gerginlik ve korku halini anlatırmış aslında. Birinin gözüne baktığımızda oluşan belli belirsiz ciddiyet hissiyle aynı anda bizi hem savunmasız, hem de saldırıya açık hissettiren bir duyguymuş. O nedenle ilk bakışta kişinin kendisini rahatsız hissetmesine neden olurmuş. Kimi zaman kişinin........