Dün Suriye’yi terk eden Beşar Esad’la Suriye iç savaşından önce son mülakatı ben yapmıştım.
İç savaştan 6 ay önceydi.
Yıl 2010…
Aralık ayı.
Suriye’nin başkenti Şam’dayız ve o gün kar yağıyordu.
O günlerde Almanya’nın en büyük gazetesi Bild’in genel yayın yönetmeni Kai Diekmann’la birlikteyiz.
Şam’a ikinci gelişim. Esad’la ikinci görüşmem.
O gün nasıl bir Esad vardı?
Türkiye hakkında ne düşünüyordu?
Ve sonunda soracağım.
Nasıl oldu da o günden, öyle sıcak bir Türkiye imajından bugüne, Esed’e geldik?
Ve bunu okuyunca eminim sonunda siz de şunu diyeceksiniz:
Keşke hiç bunlar olmasaydı, keşke Esad başka türlü davransaydı, keşke 2011’de Türkiye kapılarını cihadçılara açmasaydı…
Keşke Esad üç ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Görüşelim” teklifine “evet” deseydi…
Ama ne yazık ki tarih, “keşke”lerle yazılmıyor.
İşte o gün Esad’a sorduğumuz sorular ve verdiği cevaplar.
Yıl 2010… Suriye iç savaşından 6 ay önce…
Son mülakat.
“(*) Sayın Başkan, Müslüman toplumların daha fazla muhafazakâr hale geldiği söyleniyor. İslam’ın gelişimini nasıl görüyorsunuz?
İslam dünyasında da bu tür tartışmalar sürüyor. Herkes daha kapalı bir toplum olmaktan korkuyor. İslami uygulamalar açık olmalı. Her dinde olması gerektiği gibi, İslam da açık olmalı. Bu uygulamalarla alakalı bir konu. Buradaki problem, daha fazla umutsuzluk olduğu zaman, daha fazla izole edilmiş hissetmenizden kaynaklanıyor. İzole edildiğinizi düşündüğünüz zaman dinin gerçek amacından çıkıyorsunuz. Bizim ülkelerimizde de durum bu.
(*) Yani siz de muhafazakârlığın arttığını düşünüyorsunuz?
Son 10 yılda birçok İslam toplumunda aşırılığın güçlendiğini düşünüyorum. Bu konuda çok kararlı olmalıyız ve bir Müslüman olarak vazifemiz aşırılıkla mücadele etmektir. Laik toplumlar olarak ılımlı Müslüman kesime sahibiz. Tüm İslam ülkelerinde bu çeşitlilik yok. Bu çeşitliliği bir arada bulunduran ülkeler, aşırılığın daha da yayılmaması için mücadele etmeli. Dinimizin özüne gitmeliyiz. Dinimizin özünde açıklık var çünkü. Diğer dinleri kabul etmeli, onlarla birlikte yaşamalı, çatışmadan kaçınmalı, öldürmemeli, dinin bütün kurallarını sadece kendimizin bildiğini düşünmemeliyiz.
Bahsettiğiniz detaylara girmek istemiyorum ama herkesin istediği şekilde yaşama hakkı vardır. Bu bir haktır. Ancak bir kişi diğerini kabul etmediği zaman problem ortaya çıkıyor. Bahsettiğiniz çeşitlilik Suriye’de de var. Çok farklı hayatlar sürdüren kesimler var. Ancak kimse kimseye karışmıyor. Belki birbirlerinin yaşam tarzlarını sevmiyorlar ama sonuçta birbirlerine saygı duyuyorlar. Ama benim düşünceme göre, tekrar etmek gerekirse tüm bunlar bir tepkinin sonucu oluşuyor. Belki de bizim bölgemizde ortaya çıkmadan çok önce ABD’de baş gösterdi. Aşırılığı dikkatli inceleyecek olursak, hem ABD hem de Orta Asya’da aynı zamanlarda başladığını göreceksiniz.
(*) Tekrar sormak istiyorum. Toplumda başörtülü sayısını daha fazla mı, daha az mı görmek istersiniz?
Yine aynı cevabı vereceğim. Bu yaşam tarzıyla ilgili. Örneğin Suriye’de başı örtülü ama açık görüşlü çok kadın bulabilirsiniz. Tam tersi, başı açık ama zihni kapalı kadınları da bulmak mümkün.
(*) Daha açık bir şey söylemek istemiyor musunuz?
Böyle bir hüküm veremem. Eğer verirsem çok yüzeysel ve şekilsel olurum. Biz Suriye’de olaya böyle bakmıyoruz. Zihinlerin içi nasıl ona bakıyoruz, diğer kültürlere nasıl yaklaşıyor diye değerlendiririz. Yani demek istiyorum ki, bizde çok farklı kültürler, yaşam stilleri ya da inançlar mevcut. Başörtüsü ya da sayısına göre hüküm vermiyoruz. Bu sadece bir görünüş ya da bazen kimlik. Bazen muhafazakarlığın........