Antakya’da 2000 yıl arayla ayakta kalan iki duvarın sırrı

Şimdi size anlatacaklarımın bir bölümünü belki ilk defa okuyacaksınız.

Önceki gün ilk defa dinlediğimde benim duygularım şu olmuştu:

Önce karamsarlık… Sonra şaşkınlık… Sonra hüzün…

Ama en sonunda da umut…

Konu Antakya…

6 Şubat gecesi yaşanan felaketten 22 ay sonra, daha önce sadece bir defa görüp aşık olduğum şehirdeyim.

24 saat boyunca gördüklerim, dinlediklerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

Antakya ziyaretine kaldığım otelden, yani ünlü Müze Oteli’nden başlayacağım.

Çünkü orada 2000 yıl arayla gerçekleşen iki mucizeyi gözlerimle gördüm.

O odaya ilk defa 5 Mayıs 2022 günü girmiştim.

Bana göre bütün dünyada otelcilik ve müzecilik anlayışını kökten sarsan müthiş bir vizyonunun ürünü bu otel.

Depremin ertesi günü, mimarı Emre Arolat’ı arayıp durumu sormuştum.

“Otel ayakta ama şehir harabeye döndü. O nedenle biz ayaktayız demek bile zoruma gidiyor” demişti.

Şimdi depremin üzerinden 22 ay geçti ve artık durumun ne olduğuna bakabiliriz.

Evet otel dimdik ayakta…

Her şey 6 Şubat saat 04.17’den önceki gibi yerli yerinde.

Ama arada büyük, çok büyük bir fark var.

Sanki otelin yaşama sevinci uçup gitmiş gibi…

Mahzun bir hali var bu mimarlık harikası binanın…

Ruhu mu gitmiş, hevesi mi kaçmış, neşesini mi kaybetmiş karar veremedim.

Fiziki olarak bakınca beni çarpan ilk iki şey şu.

Otel sapasağlam ayakta…

Sadece o bina değil, altındaki Helenistik çağa ait kalıntılar da aynen dimdik ayakta.

Yani aralarında 2000 yıl zaman farkı olan bu iki yapı 6 Şubat depremine direnmiş.

Bir düşünün…

Otelin altında kalıntılar MS 4-5 yılına ait.

Yani 2020 yıl öncesine gidiyor.

Şehirdeki forumun bir bölümü burası.

Yani bir kamusal yapı…

İnsan içinden “Demek ki 2020 yıl önce müteahhit malzeme çalmamış” demek geçiyor.

Otelin sahibi ailenin üyesi Sabiha Asfuroğlu Abbasoğlu’na o geceyi sordum.

Bina gidip gelmiş…

Bütün camlar patlamış.

Tesisatta önemli hasar meydana gelmiş.

Ama bina sapasağlam ayakta kalmış.

“Uzun süre binalara giremedik, arabalarda yattık” diyor.

Ya aşağıdaki tarihi kalıntılar?

Yüzde 5 kadar küçük bir hasar meydana gelmiş.

Aşağıda Kültür Bakanlığı'na ait müze kısmında vitrinler içinde sergilenen eserlere hiçbir şey olmamış.

Peki 2000 yıl arayla bu iki yapının böylesine büyük bir depremde ayakta kalmasının sırrı nedir?

Hadi “tarihi kalıntıların zaten sadece duvarları ve temel yapıları kalmıştı” diyebilirsiniz..

Ama kalan duvarlar da kolayca yıkılabilecekken nasıl hiç hasar meydana gelmemiş?

Restorasyona uğrayan kısımlar neden dimdik ayakta…

Büyük bir ihtimalle, üzerine inşa edilen muazzam çelik konstrüksiyonun derinlere giden çelik gider taşıyıcı kolonları onları da korudu.

Böylece hem tarihi kalıntılar kurtuldu.

Hem de böyle zamanlarda meydana gelebilecek yağmalama veya kaybolma olayları önlendi.

Bu sırrı bizzat o binayı sıfırdan bilenlerden sordum.

Hikâyesini daha önce binanın mimarı Emre Arolat’tan dinlemiştim.

Önceki sabah onu arayıp, “Seni kutluyorum Emre. Muazzam bir iş başarmışsın” dedim.

Verdiği cevap şuydu:

“Beni değil, oteli yapan Asfuroğlu ailesini kutla. Binanın depreme dayanaklı olması için gereken maliyetler aşırı yükselmişti. Büyük mali fedakârlığa katlandılar.”

Burun üzerine grubun turizm yatırımları CEO’su Sabiha Asfuroğlu Abbasoğlu’nu arayıp Arolat’ın cevabını aktardım.

Onun da cevabı şu oldu:

“Emre Bey’e teşekkür ederim. Ama bizim de Emre Beyin de teşekkür etmemiz gereken bir üçüncü kişi daha var. Binanın statik mühendislik hesaplarını yapan Bülent Deveci… Otel yapılırken baskı ve zorlamaları ile bizi canımızdan bezdirdi. İllallah dedirtti. Ama işte sonuç bu oldu. Bina ayakta…”

Böylece 2000 yıl depremlere direnen duvarların üzerindeki bu yeni binanın depreme direnme sırrı da ortaya çıktı.

İşini ciddi yapan ve takip eden mimar.

İşini çok iyi yapan ve takip eden bir mühendis.

Ve bu iki titiz insanın önlerine getirdiği maliyet artışlarına itiraz etmeyen bir yatırımcı.

Gizli kapaklı bir illuminati sırrı değil........

© Bizim TV