Bir ülkedeki ekonomik ve sosyal gelişme (kalkınma) sürecinin ölçütlerinden biri de “okuma-yazma” oranıdır. Daha doğrusu nitelikli eğitim olgusudur. Bence özellikle sanayileşme evresine girebilmek ve hızla ilerlemek için okumaktan bir adım önde olan yazmaktır.
Çünkü gelişme (ilerleme), ancak geçmiş (yaşanan) bilgi, deneyim ve değişimin üzerine koymakla olanaklıdır. Başkalarının (başka ülkelerin) yaptıklarını-ettiklerini (yazdıklarını) kopyalamakla, kendi ülkenizin yapısına (doğasına) uygun ve yeterli sonuç almanız olası değildir.
Biz Avrupa’da başlayan her alandaki değişimi-gelişimi onlarca yıl sonra, açıkçası cumhuriyetle başlatabildiğimiz için kendi damarımıza (alt yapımıza) uygun ve geçerli çözümlemeleri yapmakta çok geç kaldık.
Teknik konularda kopyalayarak belki bir şeyler üretiyoruz ama özellikle sosyal, kültürel ve sanatsal yenileşmede (değişimde) kopyalamayla kendimize uyan metot, süreç, kuram ve kurallara yeterince ulaşamıyoruz. Üstelik bu konularda, çağdaşlık ile ilkellik (yerli ve milli adı altında bilim ve gerçek dışılık) kavgasıyla, halk, gittikçe tırmanan bir ayrışmaya sürüklendi.
Uygar toplumlarda olduğunun tersine, kuşaklar arası kendi bilgi ve deneyimlerimizi aktarmayı günah, suç ve yasak saydık. Tinsel konularda Arapça; Tarih-kültür, çevre ve insanla ilgili konularda da Türkçe dışı kaynaklara dayalı çoğu farklı ve çelişkili el yazmalardan (kitap, risale, nüfus-tapu resmi kayıt vb.) ancak dar bir zevat yaralanabilmiş. Anadolu’da ise bu olanağı bulan sayısı, üç haneyi geçmemiş. Bir şeyi sadece okuyup öğrenmenin önemli ama o........