CHP İstanbul Milletvekili Türkân Elçi, İnsan Hakları Haftası vesilesiyle, Türkiye’de insan haklarının durumu, Tahir Elçi cinayeti, İstanbul Sözleşmesi üzerine sorularımızı cevapladı.
***
Hapishanelerde gözlemlerde bulunduğunuzu biliyoruz. İzlenimlerinizi biraz anlatır mısınız? Hapishanelerde haklar bakımından vahim gerilemeler olduğunu siz de teyit eder misiniz?
Evet çok sık olmamakla beraber cezaevi ziyaretlerim oldu. Osman Kavala, Can Atalay ve Tayfun Kahraman ile Silivri Cezaevi’nde görüşürken, Bakırköy Cezaevi’nde de Çiğdem Mater ve Mine Özerden ile görüştüm. Görüşmeler esnasında soluduğumuz havanın etkisiyle basından takip etmenin etkisi aynı şeyler değil. Ben birkaç gün etkisinde kaldım diyebilirim. Hatta görüşmemin ilk gecesinde T24’te, görüşmeye dair izlenimlerimi paylaştığım bir yazı yazmıştım.
Ben TBMM’de, KEFEK'te[1] yer aldığım için daha ziyadesiyle hükümlü kadınların -orada bulunma sebebinin politik nedenlerle olup olmamasına bakmaksızın- durumunu merak ediyordum. Çiğdem Mater ile oradaki kadınların sorunlarını uzun uzadıya konuşma fırsatımız olmuştu. Görüşme esnasında adli suçlar nedeniyle hükümlü kadınların durumlarının çok daha vahim olduğunu fark ettim. Politik sebeplerden tutuklu veya hükümlülerin haklarını arayabilecekleri mekanizmalara ulaşabilmeleri kısmen daha kolay. Adli suçlar sebebiyle bulunan tutuklu ve hükümlü kadınların ise işi oldukça zor. Örneğin çoğunun aileleri ile bağları çok kopuk, hatta hemen hemen hiç görüşmecilerinin veya avukatlarının olmadığını öğrendim. İletişimsizlik, haliyle haklarını arama yollarının kesintiye uğramasını da beraberinde getiriyor. Hükümlü bir kadının, Çiğdem Mater ile şans eseri karşılaşması neticesinde, aldığı cezayı fazladan yattığı ortaya çıkmış. Kadın kendi parmak hesabına göre yattığı cezayı hesaplarken, dışarıdan tıkır tıkır işlediği zannedilen ceza infaz kurumunun bundan haberi bile yok. Tıkır tıkır işleyen bir mekanizma var, ama kimin için tıkır tıkır? Vatandaşın menfaati için olmadığı çok aşikâr.
Ayrıca içeride çok düşük ücretle çalışan kadınların emek sömürüsü de can sıkıcı. Kimi oradaki ihtiyaçlarını karşılamak için, kimi de dışarıya çıkacağı günlerin hayalini kurarak ilerdeki hayatını idame ettireceği parayı biriktirmek için atölyelerde çalışıyor. Kendilerine ödenen ücretler hak ihlali sayılabilecek ücretler. Çalışmaya ihtiyacı olmayan hükümlülerin aileleri tarafından gönderilen paraları belirlenen limitlerle harcamalarına müsaade edilmesi de ayrı bir problem. Belirlenen limitte para harcayabilmeleri ancak içtikleri su veya sigarayı yahut birkaç zorunlu ihtiyacı karşılayabiliyor. Ayrıca bana ulaşan tutuklu ve hükümlü mektuplarından da edindiğim bilgiye göre birtakım engellemeler söz konusu. Örneğin Aytaç Ünsal'dan tarafıma, üç yılı aşkın bir zamandan beridir posta ile gelen dergilerin kendisine verilmediği yönünde bir mektup iletildi, ki kendisi de aynı zamanda avukat bir meslektaşımızdır. Bunlar benim kişisel olarak edindiğim izlenimler olmakla beraber, İHD Dokümantasyon Birimi’ne göre 2022 yılında hapishanelerde 83 mahpusun şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiği, en az 10 bin 789 hak ihlalinin yaşandığı, TİHV verilerinden de öğrendiğimiz kadarıyla 2022 yılında hapishanelerde hastalık, intihar, şiddet, ihmal ve benzeri nedenlerle en az 65 kişinin yaşamını kaybettiği yönünde bilgiye ulaşabiliyoruz.
İnsan hakları örgütleri, uzun süredir, işkence ve kötü muamelenin arttığını tespit ediyorlar. Sözgelimi, açık alanda, gözaltılarda, kötü muamele ve “darp” diye geçiştirilen işkencenin rutinleştiğine dikkat çekiyorlar. Sizin gözlemleriniz var mı?
İşkence vakaları ile ilgili bizzat gözlemim olmadı. Ben de daha ziyadesiyle İHD ve TİHV gibi kuruluşlardan bilgi edinmeye çalıştım.
Türkiye, birkaç yıldır, seçim mitingleri dışında, açık alanda toplantı ve gösteri yürüyüşünün “marjinalleştirildiği”, olağanlığını yitirdiği bir ülke oldu. Bu meseleye dair bir şey söyler misiniz?
Uzun yıllardan süregelen dayanaksız engellemeler neticesinde yasalarca bahşedilen toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da hemen hemen diğer haklar gibi en temel ve doğal haklar olarak görülmekten uzaklaştırıldı diyebiliriz. Türkiye toplumunda demokrasi kültürünün zayıf olması sebebiyle güvenlik güçleri tarafından yapılan engellemelerle talep edilen her hakkın terör örgütlerine hizmetle eşdeğer manaya geldiği inancının giderek yerleştiğine tanık oluyoruz. Buna en güzel örnek Cumartesi Anneleri’nin şiddete başvurmadan uzun yıllardan beri devam eden eylemleridir. Şiddete başvurmadan toplanma hakkının demokratik, anayasal bir hak olduğu unutturulmak isteniyor.
Ayrıca toplumsal alanda yok sayılan kadınların kolektif bir biçimde kendilerini ifade etme ihtiyacından ve dayanışma duygusundan kaynaklı bir araya gelip açık alanlarda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde gösteri yapma hakkının da elinden alındığını maalesef görebiliyoruz. Oysa demokratik bir hukuk devletinde toplumsal yaşamın vazgeçilmez unsuru olan........