O Gün...

Doksan yaşını devirmiş bir annem var. Ciddi bir sağlık sorunu olmamasına rağmen aldığı yaşların getirdiği kısıtlılıklarla yola devam ediyor. Bakıcı desteği olmasa yaşamını sürdürmesi de pek mümkün değil. Ama o günün geldiğini ya da yaklaştığını hemen hiç düşünmüyor…

Elli beş yaşındayım. Nedendir bilinmez ama bugünlerde o günü düşünürken daha sık yakalıyorum kendimi. Annemden farklı olarak vakti geldiğinde o günü yaşamaya hazır hissediyorum kendimi. Annemde hissettiğim kesinlikle gelmesin isteği ve bunun doğurduğu kaygı bende yok.

Oysa annem bir Müslüman, öte dünyaya ve orada kendisini bekleyenlerin olacağına inanıyor. Dahası, tanrı tanımaz birisine kıyasla (varsa) Cennet’e girme şansı çok daha yüksek. Ama benden farklı olarak o gün için çok kaygılı…

Düşünüyorum: Acaba benim de bir yerlerimde saklı gizli benzer bir kaygı var da bu kaygıyı vakti geldiğinde diyerek mi savuşturuyorum? Ölümün, yaşamak için bir imkân olduğunu ve dahası ölüm sayesinde dünyamıza anlam kazandırdığımızı düşünen birisi olsam da, içten içe, o günün kaygısını benliğimin derinliklerine bastırıp saklıyor olabilir miyim -hemen her insan gibi?

Çok emin değilim kendimden, ama o günün çok kişisel ve çok mahrem olması gerektiğinden kesinlikle eminim.

Pekiyi ama hemen herkesin hastanelerde öldüğü ve uygarlığın hastanelere tapınmayı vaaz ettiği bir zamanda, o günü, gerektiği gibi kişisel, mahrem ve insan onuruna yakışır biçimde karşılayabiliyor muyuz?

Yalansız Yaşamak

Geçtiğimiz hafta bu ülkenin yüz akı örgütlerinden birisi olan Türk Toraks Derneği çatısı altında genç meslektaşlarımla o günü ve bu çerçevede yaşamın sonunun nasıl olması gerektiği üzerine tartıştık. Genç meslektaşlarımın soruları, kaygıları ve tutumlarından çok şey öğrendim. Benim gibi kıdemli meslektaşları da onlara yuvarlak bir masa etrafında, eşitler ilişkisi içerisinde, bilgi ve deneyimlerini paylaşma fırsatını buldu. Eğitimin, eğip bükmek olarak anlaşıldığı, bilenin bilmeyenlere mutlak doğruları dikte ettirdiği bir faaliyet zannedildiği bir ülkede onca yıldır devam eden sıra dışı bir örnektir zaten Toraks Kış Okulu…

Gelelim sonuçlara: Hekim olmayanlar belki şaşıracaktır ama tartışmaya katılan genç meslektaşlarımın hemen hepsi, kendilerinin ya da yakınlarının o günü evde huzur içerisinde tamamlamasını istiyor. Burunlarında, idrar torbalarında ya da boğazlarında bir boru ile bu dünyadan göçüp gitmelerini hiç arzu etmiyor. Hele ki ölme eşiğindeki insanların yoğun bakım gibi bir mekâna kapatılıp yakınlarıyla vedalaşmadan ölmesini asla kabul etmiyor.

Ama gelin görün ki hemen hepsi, o güne ulaşan hastalarını orasında burasında borularla izlediklerini, hemen her gün kan tahlili yaptıklarını, yoğun bakıma aldıklarını ve sıklıkla yarar görmeyeceklerini bilseler dahi hastalarının duran kalplerini ümitsiz biçimde onlara acıyarak canlandırmaya çalıştıklarını söylüyor.

Pekiyi ama neden?

İnsan neden kendisine ya da bir yakınına yapılmasını ya da yapmayı istemediği bir tutumu bir başkasına, bir başkasının yakınına yapar? Daha........

© Birikim