Kararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek |
“Bir karar verildiğinde, olasılıklar ölür.”
Simone de Beauvoir
“Gün doğumunun siyah sütü seni akşam içiyoruz, öğlen ve sabah içiyoruz, gece de içiyoruz…” Paul Celan’ın “Death Fugue” şiirindeki bu dizeler, şiir doğrudan kararsızlık temasını işlemese de dilin tekrarlar ve muğlak imgeler aracılığıyla sürekli kaydığı, okuru bir türlü sabit bir anlam noktasına yerleştirmediği bir yapı kurar. “Siyah süt” hem yaşamın hem ölümün iç içe geçerek birbirini gölgelediği bir atmosferde, insanın neye tutunacağını bilemediği bir kararsızlık halini çağrıştır. Modern edebiyatın büyük bir kısmında kararsızlık tam da böyle işler. Bir eksiklik değil, anlamın ve eylemin dayandığı zeminin kırılganlığını görünür kılan yaratıcı bir eşik. Franz Kafka’nın Dava ve Şato romanlarında kararsızlık, açıklanamayan nedenler ve çözülemeyen yapılar karşısında karakterlerin hangi adımı atacağını bilememesiyle bütün dünyanın işleyişine dönüşür. Camus‘nün Yabancı’sında varoluşun anlamı kayganlaşır; eylemin gerekçesi sürekli muallakta kalır. Beckett’in metinlerinde kimlik, zaman ve mekân kayarak karar vermeyi imkânsızlaştıran bir boşluk yaratır. Saramago’nun Körlük’ünde ise kararsızlık, çöken toplumsal düzenin içinde hangi davranışın doğru olduğunu kestirememenin sarsıcı deneyimi üzerinden işler. Yüzyıllık Yalnızlık’ta kararsızlık, romanın hem yapısında hem karakterlerin yaşamında merkezî bir düzeyde belirir. Marquez’in dünyasında bu kararsızlık, mistik olaylar, kehanetler ve zamanın bulanık akışı sayesinde sürekli derinleşir; geçmiş, şimdi ve gelecek iç içe geçtikçe hem karakterler hem okuyucu hangi zamansal ya da duygusal noktada durduğunu bilemez. Kesin bir sonuç ya da net bir hakikat yoktur; tereddüt, anlatının asli ritmine dönüşür. Bu kararsızlık, tıpkı felsefede tartışıldığı gibi, eylem ve düşünce arasındaki gerilimi görünür kılar; bu bağlamda bir düşünme felcine değil, farkındalığa yol açar.
Türk edebiyatında M.C. Anday’ın İsa’nın Güncesi ve Gizli Emir romanlarında kararsızlık güçlü bir anlatım aracıdır. Karakterlerin motivasyonları, olayların ardındaki niyetler ve bilgi eksikliği, onları sürekli bir düşünsel eşikte tutar; okuyucu da bu eşiğe dahil olur. Bu kararsızlık bir kaçış değil, hangi eylemin doğru olduğuna dair bir bilinç edinme çabasına dönüşür. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarında, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ında kararsızlık karakterlerin iç dünyasının temel yapısına sinmiştir. Bu romanlarda karar verememe hali bir zayıflık değil, modern öznenin dünyayla kurduğu gerilimli ilişkinin doğal sonucudur. Şiirde de benzer bir damar vardır: T.S. Eliot’ın “The Waste Land”inde parçalanmış bilinç ve kesintili anlatı, Celan’ın şiirlerinde dilin kendisindeki kayma, Edip Cansever, Cemal Süreya, Tanpınar ve Ece Ayhan’da zaman, kimlik ve anlamın buğulanması karasızlığın estetik bir forma dönüştüğünü gösterir. Bu eserlerin ortak yanı, kararsızlığı edilgenleştirici bir duraksama olarak değil; çağın ruhunu, öznenin iç çatışmasını ve düşüncenin derinleştirici noktasını ortaya çıkaran estetik ve düşünsel bir imkân biçiminde kullanmalarıdır.
Edebiyatın ve şiirin muğlak anlatıları, Celan’ın “siyah süt”ü, Kafka’nın açıklanamayan bürokrasisi, Camus’nün Yabancı’sındaki anlamsızlık, Beckett’in kayan kimlikleri ve Saramago’nun toplumsal körlüğü insan deneyiminin belirsiz, çoğu zaman çözülemez yanlarını gözler önüne serer. Bu anlatılar tıpkı felsefenin belirsizliği sorgulaması gibi, kesin cevaplar sunmaktan çok, soru sorma, olasılıkları düşünme ve zihni dar kalıplardan çıkarma işlevi görür. Edebiyat ve felsefe, farklı biçimlerde de olsa insanın dünyayı anlamlandırma çabasında belirsizlikle, dolayısıyla bir tür kararsızlıkla yüzleşmesinin önemini ortaya koyar. Çünkü belirsizliğin ürettiği kararsızlık, kesinlik kadar rahatlatıcı olmasa da düşüncenin esnekliğine ve özgürlüğüne alan açar; aksine, mutlak cevaplar, iman edilmiş kesin kanılar, tartışmasız kararlar bizi dar bir yola mahkûm ederken, belirsizliğin yarattığı kararsızlık yeni perspektiflere ve anlam olanaklarına kapı aralar. Post-modern felsefe de bu çeşit bir belirsizliği merkeze alan bir düşünce tarzıdır. Evrensel hakikat iddialarına ve tek bir anlatıya şüpheyle yaklaşır, anlamın çoğulluğunu ve sürekli yorumlanabilirliğini vurgular. Tıpkı belirsizlik ve şüphecilik felsefesinde olduğu gibi, post-modern yaklaşımda da belirsizliğin ürettiği kararsızlık, bir eksiklik değil, düşüncenin, eleştirinin, özgür ve özerk eylemin canlı kalmasını sağlayan verimli bir alan olarak görülür. Nitekim kişisel deneyimlerimizden de biliriz ki kesinlik peşinde koşmak bizi belirli bir duruma, duyguya, düşünceye sabitleyebiliyor, açık uçlu düşünmeyi engelleyebiliyor. Dolayısıyla bir bocalama, eyleyememe haliymiş gibi görünen karasızlık, gerçekte düşüncenin özgürlüğü, sınırsızlığı ve yaratıcı potansiyelinin ortaya çıkması için vazgeçilmez bir olanaklılık haline geliyor.
Bu noktada belirsizlik yerine neden karasızlık demeyi seçtiğimi kısaca anlatma ihtiyacı duyduğumu belirtmeliyim. Bu metni okuyan okurun, “kararsızlık”ı, “belirsizlik”in yerine kullandığımı düşünmesini istemem. Kararsızlığı, evrensel doğanın ve yaşamın yapısında içkin olan mutlak “belirsizlik” karşısında insanın düşünme ve eyleme olanağını yeniden yapılandıran refleksif bir duruş olarak kullanıyorum; zira kararsızlık, belirsizliğin sunduğu olası dünya tasarıları arasında normatif bir seçimin hangi temellendirmeyle yapılabileceğini sorgulayan eleştirel bir ara-alan işlevi görüyor. Belirsizliği ontolojik bir durum olarak, kararsızlığı ise öznenin buna çoklu cevabı biçiminde tarif etmek mümkün. Belirsizlik dünyanın, olayların, tarihin yapısında zaten vardır; insandan bağımsızdır. Ontolojik ve epistemiktir. Kararsızlık ise öznenin tutumudur; belirsizlik karşısında nasıl düşündüğü, nasıl eylediği, nasıl karar verdiğiyle ilgilidir. Üzerinde düşünülmesini gerekli gördüğüm şey, dünyanın-yaşamın belirsizliği değil; insanın her tür belirsizlik karşısındaki gerilimli düşünme ve eyleme sürecini analiz etmenin bir ihtiyaç olduğudur. Metin boyunca tartışmaya değer bulduğum şey, dünyanın belirsiz olması değil, daha çok bununla ilişkili olarak mutlak kararlar vermenin ağırlığı, kesinlik inancının yanıltıcılığı; düşüncenin karar ânında kesilmesi, Sokratik şüpheyle pratik zorunluluk arasındaki gerilim, modern ve post-modern edebiyatta, düşünce dünyasında ve hayatın pratiği içinde karar verememe halinin işlevi, anlamı ve taşıdığı değerdir. Bunların hepsini belirsizliğin değil, kararsızlık kavramının anlam alanı içinde değerlendirmeye tabi tutmak mümkün. Çünkü belirsizlik geniş bir kavramdır; fiziksel, psikolojik, siyasal, hatta metafizik anlamları vardır. “Kararsızlık” ise daha edimsel, insana dair, eylemle, özneyle, seçimle ilgili bir kavramdır. Dolayısıyla benim savunduğum şey kararsızlığın, genel kanı ve eğilimin tersine olumlanmasıdır; belirsizlik burada, kararsızlığın a-priori önkoşulu olarak verilidir, bu bağlamda anlam kazanır ve dolayısıyla olumlama veya olumsuzlamaya tabi tutulamaz. Edebiyattan verdiğim örneklerde de aslında belirsizlik anlatı tekniği olarak değil, kararsızlığı ortaya çıkaran varoluşsal bir durum olarak işlev görüyor.
Bertrand Russel Dünya Görüşüm eserinde kesinlik eğilimi karşısında şu cümleleri kurar: “Ben hiçbir şeyden emin olmamak gerektiği düşüncesindeyim. Eminseniz, aldandığımızdan da emin olabilirsiniz, hiçbir şey emin olmaya değmez çünkü. İnsan inandığı şeyler içinde her zaman biraz kuşkuya da yer bırakmalıdır ve bu kuşkuya rağmen yine de enerjiyle hareket edebilmelidir.”[1] Russel bu ifadelerde, kesinlik peşinde koşmanın yanıltıcı olacağını ve insanın inandığı şeylerde daima biraz kuşkuya yer bırakması gerektiğini savunur. Fakat bu kuşku eylemsizliğe yol açmamalı, aksine daha bilinçli ve enerjik hareket etmeyi sağlamalıdır. Bu noktada belirsizlik, bir eksiklik değil, aklı ve sorumlu eylemi canlı tutan bir araçtır. Bu ifadeler ışığında hiçbir şeyden emin olmama halinin kesin kararlar almada........