Otun, tozun, dumanın arasında... |
Türkiye neredeyse 2 haftadır bir ünlü televizyon figürünün, tanınmış bir haber sunucusunun, aynı zamanda o televizyonun genel yayın yönetmeni ile etrafındaki insanların başına gelenleri konuşuyor. Sayfalar dolusu, saatler boyu bültenlere hakim olan haberlerden ve sorgu tutanaklarından anladığımız kadarıyla, bazı “uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin kullanımı” ve bu arkadaş çevresinde, zaman zaman sıradışı olarak da nitelenebilecek bir tür ilişki pratikleri yaşanıyormuş.
Bana ne? Kime ne?
Herkesin yediği, içtiği, çektiği, oynadığı, hopladığı, zıpladığı kendine.
Kendi yaşam biçimi tercihleridir. Sana bana bir laf söylemek düşmez. En fazla, “görücü usulüne” inanıyor olanlarımız, bu tür adamlara kızımızı vermez, ya da kızları gidip oğlumuza istemeyiz. O kadar.
Ama yine de bu olaydan yola çıkarak, bu şahısların içinde yer aldıkları düzeni (düzeneği) dert edinmemiz için pek çok neden de bulunmakta.
Örneğin ben bir medya profesyoneli olarak, toplumun gözünün önünde şıkır şıkır giyinip kuşanıp, iyi kötü “beyefendi - hanımefendi” rollerinde zuhur eden ve her gün (teorik olarak) on milyonlarca kişiyi bilgilendirme ve zihinlerini açma pozisyonundaki insanların nasıl olup da “daha özenle seçilmediklerini” sorgularım.
Öyle ya, belki de iletişim fakültelerinde okumakta olan veya bu mesleğe “alaylı biçimde” dahil olmak isteyen pek çok gence rol model teşkil etme potansiyeli taşıyan yüzbinlerce genç var. Onları da düşünerek, ben olsam biraz daha titiz davranırdım.
İşin bir başka yönü daha var tabii.
Yukarıda sözünü ettiğimiz “arkadaş çevresi”nin nasıl oluştuğuna dair, o iş ortamlarından yayılan bilgiler, bize magazin malzemesinin çok ötesinde, gerçekten dert edinmemiz gereken başka........