Yapısal reform ne ola?

Enflasyon verilerinin “kontrollü” bir şekilde açıklandığı bir dönemdeyiz. Buna rağmen fiyatlar düşmüyor, geçim sıkıntısı hafiflemiyor. Merkez Bankası, yıl sonu enflasyonunun yüzde 24 civarında olacağını öngörmüştü; geldiğimiz noktada yüzde 33-35 aralığı artık herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Bu fark bile bize resmi politikaların hedefle gerçeklik arasındaki makasın ne kadar açıldığını gösteriyor.

Tam da bu ortamda, iktidara destek veren kimi çevreler yüksek sesle “Yapısal reformlar olmadan olmaz” demeye başladı.

Fakat nedense “reform” diye işaret edilen şeyin ne olduğuna dair açık, somut ve toplumsal olarak tartışılabilir bir çerçeve sunulmuyor. Böyle olunca da “reform” lafı, istenildiğinde her yöne çekilebilen bir örtüye dönüşüyor. Bu nedenle önce meseleyi berraklaştırmak gerekiyor.

Ben burada bir başlangıç noktası önereyim: Türkiye’nin bugün yaşadığı ekonomik sorunların kalbinde döviz bağımlılığı var. Enerjiden sanayiye, teknolojik girdilerden tarımsal üretime kadar geniş bir alanda dışa bağımlıyız. Sürekli döviz bulmak zorunda olduğumuz için, politika tercihlerimiz de buna göre şekilleniyor. Bakan Şimşek dışarıda döviz arayışına, içeride ise kemer sıkmaya kilitlenmiş durumda.

Mehmet Şimşek’in Londra ve New York ziyaretlerinde görüştüğü çevrelere baktığımızda durum net: Bunlar doğrudan üretim yatırımı getiren aktörler değil; fon yöneticileri, yani borç verenler.........

© Birgün