Ya insan?

Bütçe rakamlarını ve Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nı incelerken tablo hep aynı: Sayılar havada uçuşuyor, hedefler listeleniyor, tahminler sıralanıyor. Bütçe dediğimiz şey elbette belirli varsayımlar üzerine kurulur; vergi gelirleri, büyüme oranı, tüketim eğilimleri, dış ticaret dengesi… Bunların hepsi öngörülebilir alanlardır. Ekonomik aktivitenin seyrine göre yılın başında bir tahmin yapılması işin doğasında var.

Ne kadar vergi toplanacağı, hangi kalemlerde artış veya azalma beklediği, hangi alanlarda harcama yapılacağı gibi unsurlar elbette “planlanan”, “hedeflenen”, “gerçekleşen” gibi kategorilere ayrılabilir. Bu teknik bir gerekliliktir. Fakat bu teknik mantığı bir kalıp gibi alıp insana dair her konuyu da aynı soğuk muhasebe diliyle ifade etmeye çalıştığınızda iş başka bir boyuta taşınır. Bu, sadece bir yöntem sorunu değildir; bu, bir zihniyetin dışavurumudur.

Bu ülkede karar vericilerin uzun süredir insanı bütçenin özünde olması gereken bir varlık olarak görmediklerini biliyoruz. Bunu sadece politik tercihlerinden değil, belgelerinin üslubundan, kullandıkları kavramlardan, hatta kimi zaman sessizliklerinden anlıyoruz. Çünkü bir toplumun çocuklarına okulda bir öğün yemek verilmesini dahi “tasarruf edilmesi gereken gider kalemi” olarak gören bir yaklaşımın, insan hayatının değerini ne ölçüde hesaba kattığı ortadadır.

Ne demek istediğimi somut bir örnekle anlatayım.