İran’da sinema direniyor

Sinema sanatının belki de en güçlü yanı gerçekleri tüm yalınlığı ile izleyicinin karşısına getirmesi.

İşte bu yüzden totaliter rejimlerde yöneticilerin sinemacılarla arası pek hoş değildir. Sanatçının yaşadıklarını özgürce ifade etmesini engellemek için türlü yollar denerler; korkutmak, korkmayanı hapse atmak, en azından çalışma olanaklarını elinden alarak aç bırakmak vb… Bunlara direnmek kolay değildir. Bu yüzden rejimle aralarını iyi tutmaya çalışanlar her zaman çoğunluktadır. Etliye sütlüye dokunmayan komediler, ya da ‘sanat filmleri’ yaparak sektörde varlıklarını sürdürmeye çalışırlar. Bir kısmı ise rejime sadakatlerini göstermek için kollarını çoktan sıvamış, ‘devletin/partinin sanatçısı’ oluvermiştir; onların önünde tüm kapılar açılıverir… Boyun eğmeyenlerin önündeki kapılar ise kapanıverir.

İste, Berlin Festivali’nin bu yılki seçkisinde yer alan İran filmi “En Sevdiğim Pasta”nın genç yönetmenleri Maryam Moghaddam ile Bektaş Saniha’nın başına gelen de bu oldu. Güçlükle tamamladıkları filmi Berlin’e ulaştırıp, festivalden de olumlu yanıt aldıklarında hemen bir dava açılıverdi. Ardından da, mahkemenin devam ettiği gerekçesiyle pasaportları ellerinden alındı ve festivalden filmlerini çekmeleri istendi. Ne var ki yönetmenler bu isteğe uymadılar. 70 yaşlarındaki iki yalnız insanın buluşmasını anlatan filmde rejimi rahatsız eden birkaç sahne vardı. Genç kadınların başları açık olduğu için ‘ahlak polisi’ tarafından götürülmesi, iki yaşlı insanın şarap içmesi, dans etmeleri ve yıllar sonra cinselliklerini yaşamaya niyetlenmeleri gibi… Filmin başrolündeki yaşlı kadının evde ‘hicap’ giymemesi de bir sorun olsa gerek!

Sinemanın büyüsü

“En Sevdiğim Pasta” Berlin’de alkışlarla karşılandı. İran sinemasının birbirine benzeyen, sakıncasız sularda dolaşan sanat filmlerinden çok farklı bir filmdi bu; tabu konulara dokunma cesareti gösteriyordu. Filmin basın toplantısına iki yönetmen katılamadı ama başroldeki iki oyuncu, aynı zamanda bir yazar ve çevirmen olan Lily Farhadpour ile deneyimli oyuncu İsmail Mehrabi gelebilmişti. Masada oyuncuların yanında iki yönetmenin fotoğrafı duruyordu. Oyuncular yönetmenlerin gönderdiği mesajı okuyup, soruları yanıtladılar. Meryem ile Bektaş, filmlerinin dünya prömiyerine katılamamaktan duydukları üzüntüyü “yeni doğmuş çocuklarına bakmalarının engellenmesi” olarak nitelendirerek, “Üzgünüz, yorgunuz, ama yalnız olmadığımızı bilmek bizi güçlendiriyor. İşte, sinemanın büyüsü bu… Bizi buluşturuyor” diyorlardı.

İki yönetmenin seyircilere, basına ve festival yöneticilerine hitaben yazdıkları mektup şöyle devam ediyor: “Özgürlükten, ülkemizin yitirdiği bir hazineden söz eden filmimizi sizlerle birlikte izlememiz yasaklandı. Uzun yıllar boyunca İranlı sinemacılar kısıtlayıcı kurallar içinde çektiler filmlerini; kırmızı çizgilere boyun eğerek. Boyun........

© Birgün