Dünyaya düşen insanlık...

Bilim-kurgu yazarı Walter Tevis’in 1963’te yayımlanan romanı The Man Who Fell to Earth/Dünya’ya Düşen Adam’da, yüz milyonlarca kilometrelik mesafeyi aşıp Dünya’ya gelmiş bir uzaylının, hem kendi halkını hem de dünyalıları yok oluştan kurtarma çabalarına tanık oluruz*. Çok gelişmiş bir teknolojiye sahip olmalarına rağmen tüm enerji kaynakları ve suları tükenen bu halktan çok az kişi hayatta kalmıştır.

Newton adını alarak insanların arasına karışan uzaylı, kendi gezegeninde 15 yıl boyunca dünyadan gelen televizyon yayınlarını izleyerek görevine hazırlanmıştır. Bugünkü televizyon yayınlarının onda biri kadar bile berbat olmamasına rağmen, bu ‘hayat bilgisi’ derslerinin nasıl travmatik bir etki bıraktığını tahmin etmek zor değil.

Newton buradayken de televizyon izlemeyi sürdürür. Epey sarhoş olduğu bir gün -evet, elin uzaylı garibanı, memleket hasretinden kendini içkiye vermiştir!- TV’de kovboy filmi ararken bir kırılma yaşar:

“Bir western bulma umuduyla yeniden düğmeyi çevirdi. Seviyordu westernleri. Fakat bu kez Amerikan ahlakının gücü ve erdemleri üzerine hükümetin finanse ettiği bir propaganda filmi çıktı karşısına. New England’daki beyaz kiliselerin, her grupta gülümseyen bir zencinin bulunduğu tarlada çalışan insanların ve yüzyıllık ağaçların görüntüleri geçiyordu ekranda. Şu sıralarda bu tür filmlere gittikçe daha çok rastlanıyordu, tıpkı Amerika’yı Tanrı’dan korkan küçük kentlerin, verimli metropollerin, sıhhatli çiftçilerin, sevimli doktorların, sessiz sakin ev kadınlarının ve iyiliksever milyarderlerin ülkesi olarak gösteren açık saçık bir yalancılığa boğazına kadar batmış ve her gün daha da çılgınlaşarak aşırı bir milliyetçiliğe bürünen halka yönelik bu dergiler gibi. "Tanrım!" diye haykırdı yüksek........

© Birgün