menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Stochkolm Sendromu mu?

27 12
08.12.2025

Özgür Özel siyasal pratiğinin belki de en güçlü yanlarından biri söylem üstünlüğünü ele geçirmesi. O söylüyor, soruyor, itham ediyor; iktidar cephesi ise dört bir ağızdan yanıt vermek zorunda kalıyor.

“Stockholm Sendromu” ve “cellat” benzetmeleri de bu halin son örneklerinden. Gelen tepkilere bakılırsa, hedeflediğinden çok daha büyük bir gocunmaya da yol açmış durumda. Bir yaraya parmak basmış oldu.

Stockholm sendromu, çoğu “bilimsel” terimin başına gelenden mustarip bir kavram. Tanımlandığı olgudan zaman içinde çok daha farklı bir anlam genişlemesine uğramış, popülerleştikçe özgüllüğünü yitirmiş bir olgu. 1973 yılında, Stochkolm’deki bir banka soygununda, polise rehine krizi çözümünde yardım eden psikiyatrist Nils Bejerot’un rehinelerin soyguncularla duygusal bağ kurdukları gözlemi üzerine tanımladığı bir kavram. Bejerot’un verdiği orijinal isim “Normalstrong Sendromu”. Sendrom, daha çok rehinelerde ya da istismara maruz kalanlarda kısa süreyle görülebiliyor. Yakın ve açık ölüm ya da zarar görme tehlikesi olan durumlarda ortaya çıkabilen ve tümüyle hayatta kalmayla güdülenen, nadir rastlanan bir olgu.

“Travma bağı” olarak tanımlanan durum ise, Stockholm Sendromu’nu da içine alabilen ve her tür şiddet ilişkisini daha iyi anlamamızı sağlayan bir kavram. Travma bağı kronikleşebilir, uzun yıllar sürebilir ve esas olarak rehine durumunun olmadığı şiddet ve istismar ilişkilerinde, zamanla gelişip, yerleşebilir. Travma bağında şiddet gören, ilişkiyi bitirebilecek koşulları ve olanakları olmasına rağmen bağı koparamaz. Zalim ile mağdur arasında “öngörülemez” bir ceza-ödül döngüsü vardır. Bağı kuran da bu döngünün öngörülemezliğidir.

Travma bağı döngüsel bir kalıp olarak adım adım gelişir. İlkin istismarcı, istismar edeceğine aşırı sevgi gösterir,........

© Birgün