menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Sendrom’un derinliği

89 7
07.12.2025

Ülke gündeminde bir “Stockholm Sendromu” tartışmasıdır gidiyor. Bu tartışmanın örttüğü daha derinde yatan yaşamsal bir sorun olduğu açık. Daha doğru bir ifadeyle, bu tartışmanın açığa çıkardığı önemli bir siyasal konu ile yüz yüze olduğumuzu söyleyebiliriz.

CHP’nin İmralı heyetine üye vermemesinin tetiklediği bir tartışma bu. Parti lideri Özgür Özel’in CHP Kurultayı’nda yaptığı konuşma, aslında hepimizin önünde yaşanan bir sürecin gerçek niteliğinin ortaya serilmesinin sağladı. Tartışma daha da büyüdü. DEM Parti yöneticilerinin duygusal tepkilerinin ardından, Erdoğan’ın da tartışmaya katılması, Özel’in sözlerinin hedefini bulduğunu gösteriyordu.

Gerçi Özgür Özel, konuşmasında DEM Parti’yi hedef almadığını ve genel bir duruma işaret ettiğini söylese de -ki öyle olduğuna itiraz etmiyorum- kamuoyu CHP liderinin sözlerini farklı yorumladı. Özel’in niyetinden bağımsız olarak, bu sözlerin kazandığı anlam, doğru bir tartışmaya zemin hazırladı. DEM Parti ve iktidarın verdiği tepki de zaten bu durumu açıkça ortaya koyuyor, sözlerin hedefini bulduğunu gösteriyordu.

Görüldüğü kadarıyla Ö. Özel başka ve daha genel bir durumu kast etse de son derece doğru bir tartışmaya yol açmıştı:

“Stockholm Sendromu” deyimi bir kurbanın celladına, bir kölenin efendisine duyduğu marazi hayranlığı ifade etmek için kullanılır. Nitekim Ö. Özel konuşmasında yeni çözüm sürecinin bu boyutuna da işaret etmişti. Birey ve toplum psikolojisinin önemli bir alanıdır.

Daha yaygın kullanılan haliyle “celladına âşık olmak” hali, hastalıklı bir durumu anlatır. Bir teslimiyet ve işbirlikçilik halidir. Zorbalığa boyun eğmeyi, despotla anlaşmayı ifade eder. Bir kişinin, bir topluluğun, bir toplum kesiminin güç, baskı ve şiddet karşısındaki çaresizliğidir. Gönüllü bir teslimiyettir. Düşmanından medet ummaktır.

Ancak, söz konusu “sendroma” anlamını veren ya da farkı yaratan şey, deyim uygunsa “kurban”ın kendi teslimiyetine, boyun eğme tavrına ve çaresizliğine bir gerekçe, “makul” bir neden üretmesidir. Bilinçaltında kendi ruhunu ve onurunu da böylece kurtarmaya çalışır. Tavrına, kabul edilebilir gerekçeler arar, bir bakıma celladına meşruiyet üretir. Çünkü yine kişisel, toplumsal ya da siyasal bilinçaltında yaptığının yanlış ve onur kırıcı olduğunu da bilir. Bu durumu kendisine bile itiraf edemeyeceği bir ruh halidir.

Bilinçaltında yaşanan bu gerilim şizoid bir kişilik yanılsamasına, bir iç çatışmaya da yol açar. Çünkü ruhunun derinliklerinde bir “yanlış” içinde bulunduğunu -bilince çıkarmasa da- hisseder. Bu nedenle “makul” bir gerekçe bulmak, yoksa uydurmak........

© Birgün