Yarım kalan ütopya Köy Enstitüleri-2

Çocukların, gençlerin hayatı şıklara sığdırılmaya çalışılan bir yarış artık. O yarışta ilk elenenler ise “Günde on iki saat çalışıyor, asgari ücretin üçte birini alıyor, hepsini aileme veriyorum. Geleceğe dair hiçbir hayalim yok” diyen MESEM’lerde, inşaatlarda, organize sanayi bölgelerinde, atölyelerde çalıştırılan emekçilerin çocukları.

Köy Enstitüleri’ni farklı kılan ise pratik eğitim anlayışıydı, yaşamdı, yaşamın içinde eğitimdi, bir gelecek umuduydu. Okulu “ağaç keser, taş yontar” gören anlayışa karşı “demokratik bir cumhur” olarak yaşatma idealiydi.

Köy Enstitüleri köy öğretmeni yetiştirme davasıydı. Öğretmen aydınlanmaydı, eşitlikti, özgürlüktü, Cumhuriyet’ti. Enstitüler’deki çocukların gece yatağında üzerini örten, haftalık/aylık yapılan değerlendirme toplantılarında öğrencilerin söz, karar hakkı olduğunu, yurttaşlık bilincini hissettiren, sanatla, bilimle, doğayla, sporla çocukların yaşamlarına dokunandı.

O köy öğretmenleri için ayrımsız tüm Enstitülü öğrenciler eşitti ve çok değerliydi. Köy Enstitüleri fikrinin alameti farikası, büyüsü tam da buydu. Bir Milli Eğitim Bakanı, bir İlköğretim Genel Müdürü düşünün ki öğrencileri hasta yatağında defalarca ziyaret etsin. Gölköy Enstitüsü’nde bir öğrenci Ankara Numune Hastanesi’nde yatarken İsmail Hakkı Tonguç iki hafta boyunca her gün, Hasan Ali Yücel de on kere ziyaretine gitmişti.

Bugünün Milli Eğitim Bakanı ise çocukları okullarını bırakmaya MESEM’lerde “çocuk işçi” olmaya çağırıyor.

∗∗∗

Şerif Tekben “Canlandırılacak Köy” kitabında “yeknesak bir hayat içinde niçinsiz ve nedensiz yaşar” diye tarif ediyor köylüleri. Köy Enstitüleri köylünün niçini ve nedeni olsunun fikriydi. İmecenin örgütlü biçimde köye yeniden girmesiydi.

Tonguç’ un İlköğretim Kavramı kitabındaki “halk, istediğini yapabilse bile, uyandırılmadıkça, ne istediğini bilemez” ifadesi........

© Birgün