Cinayet, siyasi sorumluluk ve istifa!
Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde 8 Kasım 2025’te kaçak bir parfüm atölyesinde meydana gelen yangın sonucunda 6 işçi yaşamını yitirirken ilk belirlemelere göre 7 işçi de yaralandı. Tümü kadın olan işçilerin yaşları 16 ile 65 arasında değişiyor. Böylece Türkiye kapitalizmin sayısız işçi cehenneminde göz göre göre bir katliam daha yaşandı. Dilovası’ndaki iş cinayetinden sonra kaçak işyerinin resmi makamlara şikayet edildiği ancak bir önlem alınmadığı ortaya çıktı.
Cinayetten sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve beraberindeki heyet olay yerine geldi ve Bakan üzgün bir suratla gerekli incelemenin yapılacağını söyledi. Çalışma Bakanı Işıkhan, “Yaşanan elim olay nedeniyle bakanlığımız başmüfettiş görevlendirmiştir. Süreci yakından takip ediyoruz" şeklinde konuştu. Oysa ortada “elim bir olay” değil beklenen bir cinayet vardı!
Ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bazı idari yetkililerin soruşturmanın selameti açısından açığa alındığını ve müfettiş görevlendirildiğini açıkladı. Adalet Bakanı da adli soruşturma başlatıldığını, bir Cumhuriyet başsavcı vekili, iki Cumhuriyet savcısı ve bilirkişi heyetinin görevlendirildiğini bildirdi.
Görüldüğü gibi 6 kadın işçinin yanarak öldüğü cinayetin ardından hükümet meseleyle “yakından” ilgilenmiş, idari ve adli soruşturmayı derhal başlatmıştır. İşçiler kaçak bir şirkette kayıtdışı çalışırken ortada olmayan, gerekli denetimleri ve yaptırımları uygulamayan hükümet altı kadın işçi yanarak öldükten sonra “ben buradayım” demiştir. Şimdiye kadar yaşanan pek çok cinayet ve katliamda olduğu gibi Dilovası katliamı da muhtemelen alt düzey idari ve şirket sorumlularına yüklenerek kapatılacak. Yanarak ölen kadın işçiler öldükleriyle kalacak. Hiçbir siyasi yetkili istifa etmeyecek ve hesap vermeyecek.
Oysa bir hukuk devletinde siyasetçiler, bakanlar, üst düzey yetkililer böylesi büyük felaketlerden ve katliamlardan siyaseten sorumludur. Büyük felaketler, katliamlar ve cinayetler sadece insani bir trajedi, sadece can ve mal kaybı değil siyasi otoritenin, hükümetin de siyasi sorumluluğunun da sorgulandığı yerlerdir.
Toplumsal yaşamı sarsan bu tip büyük felaketler hükümetin, siyasi iradenin yetersizliği, ihmali veya öngörüsüzlüğü ile yakından ilgilidir. Böylesi durumlarda demokratik hesap verebilirlik mekanizmalarının nasıl işlediği hayati öneme sahiptir. Mesele sadece teknik bir soruşturma değil bir siyasi sorumluluk meselesidir. Bir işyerinin kaçak çalışması, işçilerin sigortasız olması, işçi sağlığı ve işgüvenliği önlemlerinin alınmaması işverenin doğrudan sorumluluğudur ancak kamu otoritesi olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu işlerin siyasi sorumlusudur. İşyerinin denetlenmesi konusunda çeşitli yerel ve merkezi kamu makamlarının doğrudan sorumluluğu vardır.
Dünyanın pek çok ülkesinde büyük çaplı ölümlere veya ciddi risklere yol açan başarısızlıklar, felaketler ve cinayetlerden sonra "siyasi sorumluluk" gündeme gelir. Siyasi sorumluluk, doğrudan ve teknik açıdan cezai bir sorumluluk olmasa dahi (bazen bu da mümkün), bir bakanın, bir başbakanın veya bir valinin, yönettiği sistemin başarısızlığını kabul ederek kamuoyundan özür dilemesi ve görevinden ayrılması (istifa etmesi) şeklinde ortaya çıkar.
Ancak Türkiye'deki duruma bakıldığında, dünya örnekleriyle arasında derin bir uçurum olduğu görülmektedir. On binlerce insanın hayatını kaybettiği depremler, yüzlerce işçinin can verdiği maden faciaları, iş cinayetleri ve onlarca vatandaşın öldüğü tren felaketleri ve otel yangınları Türkiye'de siyasi sorumluların istifasına yol açmamıştır. On binlerce insanın öldüğü felaket ve ihmallerden sonra tek bir siyasi bile koltuğunu bırakmamıştır.
Siyasi hesap verme ve istifa yerine "siyasi sorumluluk" ile "hukuki sorumluluk" arasındaki çizginin kasıtlı olarak belirsizleştirildiği ve hesap verebilirliğin sistematik........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein