Sınır tanımayan kadın Nermin Abadan Unat’ın ardından

11 Aralık günü kaybettiğimiz hocaların hocası Nermin Abadan Unat benim de hocamdı, kelimenin gerçek anlamında olmasa da.

Kendisinden ders alma ya da onunla tez yazma olanağım olmadığı gibi, onun feminist ekolünden olduğum da söylenemez. Nermin Hoca’nın bana yaptığı “hocalık”, farklı yaklaşımlarımıza rağmen ve hatta farklılıklarımız nedeniyle olmuştur.

Ben Nermin Hoca’yı yardımcı doçentlik yıllarımda tanıdım; eğer benim Boğaziçi Üniversitesi’nde lisans öğrencisi olduğum yıllardaki ayaküstü görüşmemizi saymazsak.

1977 ya da 1978 yılında Zimbabwe kurtuluş hareketinden ZANU ve ZAPU temsilcileri Türkiye’ye gelmişti. Boğaziçi Üniversitesi Kültür Kulübü olarak “Bağımsızlık İçin Silahlı ve Silahsız Mücadele” konulu bir panel düzenliyorduk.

Amacımız, Zimbabwe hareketinden iki temsilcinin yanı sıra panelde farklı görüşlere sahip gazeteci ve akademisyenlere de yer vermek ve bir tartışma ortamı oluşturmaktı. Ben, akademisyen katılımcı bulmak amacıyla üniversitede siyaset bilimi hocalarının kapılarını çalarken bir hocanın odasında, o sıralarda Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ders vermekte olan Nermin Hoca’yı gördüm. O zamanlar onu sadece ismen tanıyordum: geçmişte kontenjan senatörlüğü yapan bir kadın ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktora yapan ağabeyimin hocası olarak.

Panelle ilgilenip sorular sorunca, onu da konuşmacı olarak davet ettim. “Ben İstanbul’da sadece ziyaretçiyim” diyerek davetimi kibarca reddetmekle birlikte “kolay gelsin” demeyi de ihmal etmedi. (Panel düzenlendi fakat iptal edildi. Herkes sahnede hazır ve gecikmiş olan Zimbabwelileri beklerken, yabancı misafirlerimizin arabalarının yolda Emniyet tarafından çevrildiğini ve otellerine gönderildiğini öğrendik.)

Ben Nermin Hoca’nın feminist kişiliğini, kendim feminist çalışmalar yapmaya başladıktan sonra keşfettim; gerçek anlamda tanışmamız ve ilişki kurmamız da iki feminist akademisyen olarak gerçekleşti.

Onaylamayacağını bilmekle birlikte, ona Kemalist reformların kadınlara olanaklar yaratmakla birlikte aslında kadının ikincil konumunu değiştirmeyi amaçlamadığını savunan makalemi gönderdim. O makaleyi aldıktan sonra, eski öğrencisi olan ağabeyim Mehmet Kabasakal’a “Zehra beni hayal kırıklığına uğrattı” diyerek sitem etse de bana destek vermekten çekinmedi.

En büyük desteği, 1993 yılında Cumhuriyet’in ilk yıllarında eğitim sisteminden geçen kadınların deneyimleri konusunda bir çalışmaya başlayınca aldım.

Çalışmayla ilgili olarak Nermin Hoca’yı arayıp, çalışmaya kaynak mülakatçı olarak katılmasını rica etmek cesaretini gösterebildim. Nermin Hoca, benimle mülakatı kabul etmekle kalmayıp, mülakat sonrası adres defterini tarayarak İstanbul ve Ankara’da görüşebileceğim arkadaşlarının isim ve telefonlarını paylaştı. “Naz edebilecek olanları” hemen arayarak benim onlarla temas kuracağımı bildirip, beni reddetmemelerini adeta talimat verir gibi istedi.

O gün onun Bebek’teki evinde kaç saat kaldığımı hatırlamıyorum. Ben çok zamanını aldığımı ve onu yorduğumu düşünerek ne zaman kalkmaya yeltensem, “senin işin varsa git ama ben serbestim” diyerek sohbeti derinleştirdi.

O hep aktif bir akademisyen olduğu için, birkaç kez de ABD’de akademik kongrelerde karşılaştık ya da buluştuk. İkimiz konuşurken, onu ya da beni selamlamaya gelenlere dostluğumuzu feminist mücadelede beraber olmak şeklinde tanımlıyordu.

Öğrencilerinin ve onu benim gibi “feminist akademisyen” olarak tanıyan birçoğumuzun, ondan doğrudan dinleme şansını bulduğumuz anılarının derlendiği kitapta da benden, ABD’de farklı feminist çalışmalar yapıyor diye bahsederek hem birlikteliğimizi hem de görüş farklılığımızı irdeleyen, ama ikisine de değer verdiğini belirten bir incelik göstermişti.

İşte benim Nermin Hoca’dan aldığım en önemli ders budur: farklı görüşlerine rağmen insanları kucaklayıp onları desteklemekten çekinmemesi.

Kendi eğitimi için çocuk yaşta Avusturya’dan Türkiye’ye gelerek bilgi edinme çabasında hem düz hem de mecazi anlamda sınır tanımaması gibi, hayatı boyunca da hem bilgi alışverişinde ve öğrenmede hem de feminist mücadelede kendisine sınır koymaması.

Bence bugün arkasında binlerce onu seven ve sayan insan bırakmasının önemli bir nedeni de budur. Tanık olduğumuz, sınır tanımayan insanın yarattığı sınırsız sevgi.

Ne mutlu Nermin Hoca’ya, uzun ömrünü böyle değerlendirebildiği için. Ne mutlu bizlere, onu tanıma ve ondan öğrenme olanağı bulduğumuz için.

(ZFKBA/EMK)

Manisa Şehir Hastanesi, kolon kanseri nedeniyle yoğun bakımda bulunan Gülşah Durbay’ın solunum cihazına bağlı şekilde izlendiğini ve hayati riskinin sürdüğünü duyurdu.

Kolon kanseri tedavisi sırasında çoklu organ yetmezliği gelişen Durbay, bu nedenle yoğun bakım ünitesine kaldırıldı. Manisa Şehir Hastanesi’nde tedavisi süren Durbay’ın klinik durumu ağırlaştı ve sağlık ekibi entübasyon kararı aldı.

Hastaneden yapılan açıklama şöyle: “Solunum cihazına bağlı olarak yoğun bakımda takip ettiğimiz Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay’a destek tedavileri devam ediyor. Hayati riski sürüyor. Kamuoyuna saygıyla duyururuz.”

(EMK)

Dünya nüfusu hızla yaşlanırken, paralel olarak “yaşçılık” (ageism) ve yaşa dayalı ayrımcılık kaygı verici oranda artıyor. Özellikle 2020–2022 yıllarında yaşanan COVID-19 pandemisi, yaşlı nüfusa yönelik tabuların, önyargıların ve hak ihlallerinin çarpıcı bir şekilde ortaya çıktığı bir dönem oldu.

Çeşitli kaynaklara göre, 1950’li yıllarda 65 yaş üstü grup dünya nüfusunun yüzde 5-6’sı civarındaydı.

2020’de yüzde 9.3 olan bu oran 2021’de yüzde 10’a yükseldi. BM Nüfus Bölümü ve diğer demografik kaynaklara göre, küresel nüfus içinde 65 yaş ve üzeri kişilerin oranı 2025 itibarıyla yaklaşık yüzde 10–10,3 civarında.

Uluslararası projeksiyonlara göre dünya yaşlı nüfusunun 2050 yılında 1.6 miyara ulaşması bekleniyor.

Sayısal ve demografik olarak hızla artacağı görülen bu verilere göre, 25 yıl sonra her 6 kişiden birinin 65 yaş ve üzeri olması öngörülüyor yani dünya nüfusunun yüzde 16’sını yaşlı nüfus oluşturacak. 65 yaş ve üzerindeki bireylerin cinsiyet dağılımında ise dikkate değer bir kadın çoğunluğu gözlemleniyor. 2021 itibarıyla küresel 65 nüfusun yaklaşık yüzde 56’sı kadın idi, 2050’ye kadar kadınların yaklaşık yüzde 60 oranı ile toplam yaşlı nüfus içinde belirgin bir çoğunluğu oluşturacağı tahmin ediliyor.[1]

”Demografik olarak geçmişte “genç nüfus” sayılan ülkeler arasında yer alan Türkiye’de ise son yıllarda yaşlı nüfus oranında dikkat çeken bir artış yaşanıyor. TUİK verilerine göre yaşlı nüfus olarak kabul edilen 65 ve daha yukarı yaştaki nüfus, 2019 yılında 7 milyon 550 bin 727 kişi iken son beş yılda ,7 artarak 2024 yılında 9 milyon 112 bin 298 kişi oldu. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı ise 2019 yılında %9,1 iken, 2024 yılında ,6’ya yükseldi. Yaşlı nüfusun 2024 yılında D,6’sını erkek nüfus, U,4’ünü kadın nüfus oluşturdu.”[2]

Bu eğilim, nüfusun yalnızca sayısal değişimi değil; aynı zamanda ekonomik, sosyal ve sağlık boyutuyla da yaşlanma sürecine girildiğinin bir göstergesi.

Yaşlıların içsel olarak yaşadıkları deneyimler yalnızlık, istihdamdan çekilme, değişen bakım ihtiyaçları ve toplumsal değer algılarındaki dönüşüm hem bireysel hem toplumsal düzeyde yeni sorunlar, sorumluluklar ve çözüm arayışlarını da beraberinde getiriyor. Ancak yaşlılar halen hak sahibi bireyler olarak değil, yaşları nedeniyle yardımın nesneleri olarak görülüyor.

Bu doğrultuda, yaşlılık kavramını yalnızca bir biyolojik süreç olarak değil, toplumsal katılım, değer üretimi ve hak temelli bir perspektiften de ele alarak yaşlıların konumunu, karşılaştıkları zorlukları ve bu alandaki politika ihtiyaçlarını kesişimsel olarak değerlendirmek gerekiyor.

Yaşlılık politikaları ve yaşlı nüfus üzerine tartışmalar genellikle biyolojik yaşa odaklanır, bu yaklaşım, yaşlılığı homojen ve cinsiyetten bağımsız bir kategori gibi görmek anlamına gelir. Ancak, yaşlı nüfus homojen bir kategori değildir: bireylerin sağlık durumu, sosyo-ekonomik geçmişi, toplumsal rolleri ve yaşam koşulları gibi çok sayıda değişken yaşlanma deneyimini ve ihtiyaçlarını kökten farklılaştırır.

Yaşlılık aynı zamanda toplumsal cinsiyet açısından da kesişen bir eşitsizlik eksenidir. Kadın ve erkek yaşlıların karşılaştığı zorluklar ve ihtiyaçlar önemli ölçüde farklılık gösterir.

Bu yüzden politika oluştururken toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve yaş̧ ayrımcılığı gibi dinamiklerin ”kesişimsel” bir yaklaşım ile ele alınması gerekir.

Ne yazık ki yaş, cinsiyet, ırk, etnik köken, dil ya da din gibi bir ayrımcılık kategorisi olarak tanınmadığı gibi........

© Bianet