İmralı yoluna çıkanlar ve yoldan çark edenler
Yıllarca dillendirildi, “kendi sağından medet ummak” mevzuu. İdeolojilerden umar beklerken, kimi ideolojik kalıpların iflas çağını yaşadıklarını görmenin, hissetmenin felaketi de vardı elbette bu zaman diliminde.
CHP kendini “ortanın solu”na yerleşik bir çizgide görürken, AP ve sonraki muadilleri de ortanın sağını kendine yakıştırır bir kavramsallık modunu telaffuz edemediklerinden milliyetçi-muhafazakâr bir sağcılığı kendilerine uygun ve yakışır bulmuşlardı.
CHP’nin dışında kalan ve kendine “sol” diyen yapıların önemli bir kesimi ise, üzerlerine yakıştırıp yapıştırdıkları “Kemalizm” gömleğinden sıyrıldıkları anda solculuklarına halel geleceğini içselleştirerek tuhaf bir Kemalist solculukta ısrarlarını sürdürdüler.
AP (Adalet Partisi) ve sonraki muadillerinin gelenekselliklerinin dışında kalan, kimileri faşizmi, kimileri de İslamcılığı kendine yakıştıranlar ise, sağın farklı türlerdeki paydaşlığı ile kabul görmeyi hep tercih ettiler.
Son yarım asırdır, önceki zamanlardan kendi ekseni etrafında bir döngü yaratıp, iki asırlık çözümsüz “Kürt meselesi” üzerinden inkârcı politika üreten muktedirlere karşı Kürt siyasal hareketine baktığımızda, aslında yukarıda izah edilen sağdan sola bütün legal ya da örtülü, bilinen siyasal örgütlenmelere şaşırtıcı bir hat ve kanal değiştirme süreci yaşattıklarını görüyoruz. Yeni oyun kuruculuğuyla, gelenekselleşerek katılaşan yok sayıcı, linççi ve nefret söylemi ile beslenen klasik sistem oyununu bozarak yeni politik sürecin adeta aktörü haline dönüştü Kürt siyasal hareketi.
İki güncel politik örnekle yukarıdaki paragrafları neden yazdığımın altını çizmek istiyorum.
MHP lideri Devlet Bahçeli, Mecliste grup toplantısında yaptığı konuşmada “Komisyon İmralı’ya gitmezse, ben giderim” diyerek başlatılan sürecin kararlı, başat ve güçlü aktörü olduğunu bir kez daha hatırlatmış oldu.
Basından izleyebildiğim kadarıyla CHP ise İmralı’ya gidip gitmeme konusunda net bir tavır sergileyemeyip, adeta “gidilmesin” dercesine; komisyondaki kimi vekillerinin tercihleriyle sadece “gidilsin” diyen birkaç vekilin isimleri kamuoyunda ve medyada paylaşıldı.
Elbette bu örneklere ve tercih/tavırlarına baktığımızda, “alışılagelmiş” sağ-sol hattını müdafaa edenlerin durdukları yer sizce de tartışılır olmuyor mu?
Bu iki yapının dışında, “açık Kemalist” solun hâlâ “Kürt anasını görmesin” edasıyla, “utangaç Kemalist” solun ise süreç konusunda adeta tahrip olursa “biz demedik mi” modunda olduğunu artık çoğu kişi biliyor ve failler de kendilerini gizlemiyor zaten.
Sağın tahripkâr kimi müflis siyasetçileri ise o hep linç-nefret kusuculuğu ve kaybedenler kulübü modundan bir türlü çıkma gereğini duymadıkları gibi, orada politika yapmanın gereğine de inanıyorlar.
Tuhaf olan şu ki: sağın daha da sağcılaştığı, kendine sol diyenin de yüzünü sağa çevirerek sağdan medet umarak Kürt’e karşıt politika üretme derdinde olduğu; hatların birbirinin içine geçerek karmaşıklaştığı sahiden tuhaf zamanları yaşıyoruz. Adına çözüm ya da çözüme doğru evrilmesi muhtemel “geçiş süreci” için, bütün iyi niyetli çabalar/emekler dışında, hayli kirli siyasette ısrar edenleri galiba teşhir etmek gerekiyor…
Bu bir siyasal süreç aktör/örgüt fotoğrafı elbette. Gidişatı ve menzili ise belki başka bir yazının konusu…
(ŞD/EMK)
Hadi konuşalım. Uzun süredir yapmadığımız bir şeyi yapalım toplum olarak ama halının altındakileri çıkaralım. Belki işe yarayan bir şeyler olur.
Zira biz işimize gelmeyeni halının altına süpürmeyi severiz. Hadi konuşalım dünden ve bugünden. Yarına daha sağlam adımlar atmış oluruz böylece.
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nü geride bıraktık. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapımızda. Çocuk haklarına dair ne söylenebilir diye düşündüğümde çocukluğu çalınan çocuklar adına hiçbir şey yapamamanın utancından başka bir şey hissetmediğimi söyleyebilirim.
Bir okulda merdivenden itilen otistik çocuk, çocuk yaşta çalışmak zorunda bırakılıp burada anlatamayacağım bir vahşet içinde hep çocuk kalanlar, yeti çeşitlilikleri gözetilmediği için akranlarıyla eşit koşullarda olamayan engelli çocuklar.. 25 Kasım’a dair söz kurma hakkını kendimde görmüyorum.
Çünkü konunun özneleri var ve bizim de payımız olan eşitsizliğe karşı her gün onurlu mücadele örnekleri yaratıyorlar. Kadın cinayetlerinin vahşet biçiminde sürdüğü, erkek egemenliğinin her alanda kendini gösterdiği koşullarda tüm yaratıcılıklarıyla. Kendi adlarına söz kurup sorunlarını tartıştırma gücüne sahipler.
Ya hiç konuşulmayan ya da talepleri her zaman ikincil planda olan kesimler? Mesela geçtiğimiz hafta kanser hastası bir baba engelli kızını öldürdü.
Hani ateş biraz da düştüğü yeri yakar ya en çok engelli çocuğu olan ve kendisi yaşamadığında çocuğunun tek başına yaşamını sürdüremeyeceğine inanan aileler yorum yaptı üzerine.
Hiç kelimelerin ardına sığınmayacağım. Çünkü biliyorum ki kurduğum cümleler havada dönüp kaybolacak. İtiraf edeyim ne diyeceğimi de bilmiyorum.
Tek bildiğim bu konunun sürekli kanayan bir yara olduğu ve hamasi sözlerin bir işe yaramadığı. Kimsenin bu şekilde bir başkasının yaşamını sonlandırması kabul edilemez. Faile sövüp saymak da toplum “vicdanını” rahatlatmaktan başka bir işe yaramaz. Ortada bir gerçeklik var ve tek bildiğim yok........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein
Beth Kuhel