‘Veba’ ve ‘Kötüğün Sıradanlığı’ ve biz
Ağaçlar, hayvanlar, kadınlar, çocuklar ve hatta bebekler katledilirken kötülüğün bir pandemi gibi etrafımızı sardığı bugünlerde, toplumsal yozlaşma (ya da çürüme ya da kokuşmuşluk) en çok kafa yormamız gereken konulardan biri. Bir veba gibi sanki bulaşıcı bir hastalığa dönüşen kötülük, sıradan insanların sıradan yaşamlarını bile ele geçirmiş durumda.
Kötülük konusu çağlar boyunca psikolojinin, felsefenin, edebiyatın en çok ele aldığı konulardan biri. Gılgamış Destanı’ndan, Eski Ahit’ten, Platon’dan bu yana insanlığın kötülüğe kafa yorduğunu biliyoruz. Ne yazık ki evrimini bir türlü tamamlayamayan insan, bir yandan Mars’ta yaşamın temellerini atarken Dünya gezegeninde işler hiç iyiye gitmiyor. Bazen ne söylesek, ne yazsak anlamsız olacağı hissine kapılıyoruz, böyle dönemlerde okumak insana daha da iyi geliyor.
Geçen hafta böyle bir ruh halindeyken aklıma önce Albert Camus’un Veba’sı (La Peste) geldi. COVID pandemisi sırasında hatırlanan klasik romanlardan biriydi Veba. Günümüzde hastalık kaynaklı pandemiler, birkaç yılda kontrol altına alınabiliyor, peki ya bir veba gibi her yeri saran kötülükle nasıl başa çıkacağız?
Veba’yı yeniden okurken sevgili hocam yazar Hakan Akdoğan, yaptığımız bir atölye çalışmasında Filozof Arendt’in “Kötüğün Sıradanlığı” kitabından söz edince bir çapraz okuma yapmaya karar verdim ve çok da iyi oldu. Tavsiye ederim.
Üst üste yaşanan onca kötülüğün açıklanamaz tuhaflığını anlayamamakla birlikte; sistemin sırtını sıvazladığı aç gözlülerin, göz yumduğu fırsatçıların, düşünmeden itaat eden ve dayatmaları sorgulamadan görevlerini yerine getiren sıradan insanların, eylemleriyle kötülüğü nasıl sıradanlaştığını ve yaydıklarını görebilmek olası.
Camus’un Veba’sından başlayalım: 1947 yılında yayımlanan roman yazarın ikinci kitabı. Ancak Camus, bu romanı 2.Dünya Savaşı sürerken, Fransa’nın Nazi Almanyası tarafından işgal altında olduğu yıllarda yazmış. Bu nedenle Fransız Direnişi’nde aktif rol oynayan, totaliter rejim karşıtı Camus’un Veba romanı ile alegorik olarak Nazi işgalini ve savaşın insanlık üzerindeki etkilerini yansıttığı söylenir.
Ancak ben Veba’yı metaforik olarak kötülükle bağdaştırdım ve bu okumamı bu açıdan yaptım. Göreceksiniz ki özünde değişen bir şey yok; Nazi ya da başka bir otoriter rejim, savaş ya da kriz yollar hep aynı yere çıkıyor; kötülüğe.
Veba romanı; “Bir hapsedilmişliği başka bir hapsedilmişlikle göstermek, gerçekte var olan herhangi bir şeyle göstermek kadar mantığa uygundur” diye başlıyor, siz de lüften bu yazıyı öyle değerlendirin.
Birkaç paragraf sonra da bize Oran kentini tanıtmaya çalışan yazar şöyle bir önerme yapıyor: “Bir şehri tanımanın en kolay yolu, oradaki insanların nasıl çalıştıklarını, nasıl seviştiklerini, nasıl öldüklerini öğrenmektir.”
Siz buradaki şehri bir ülke gibi düşünün… Zaten günümüzde yapılan alıntılarda bu cümle sıklıkla şöyle kullanılıyor: “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.”
Veba’da 40’ların Cezayir’inde Oran adlı bir kente patlak veren veba salgını sırasında yaşananlar anlatılıyor. Veba gerçek bir hastalık ama aynı zamanda, toplumsal yozlaşmanın, ahlaki çöküşün, dayanışma eksikliğinin, bencilliğin, umarsızlığın ve insanın kendi sınavlarıyla yüzleşmesinin bir metaforu.
Romanda anlatıcımız Dr. Bernard Rieux; salgın boyunca şehrin nasıl bir dönüşüm geçirdiğini bize aktarıyor. Oran sıradan bir şehir, monoton,........
© Bianet
visit website