menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Uyanış’ cephesinden ‘tradwife’ların filtreli dünyasına bakmak

9 0
29.11.2025

"Bir kadının dünyadaki yerinin sadece eş ve anne olmakla sınırlandırılmadığını fark etmesi, korkutucu ama aynı zamanda özgürleştiricidir."

Kate Chopin’in "Uyanış - The Awakening" romanından aldığım bu cümle, 1899’da yazılmış olmasına rağmen bugün hâlâ çarpıcı bir gerçekliği işaret ediyor: Kadına yüklenen roller!

Bu yazı için hazırlanırken, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü için feminist okumalar yapıyordum. Tam o sırada sosyal medyada karşıma çıkan bir video bu yazının yönünü belirledi.

Video, 17 yaşında evlenip ‘kocasının evinde prenses’ olduğunu söyleyen, ev içi emeğini tepsi tepsi yaptığı pasta, börekle ispatlamaya çalışan genç bir kadına aitti. Buraya kadar sorun yok elbette; evlilik yaşına üzülsem de nihayetinde yetişkin biri kendi hayatına dair karar verme hakkına sahip. Keşke o da başkalarının hayatlarına dil uzatmamış olsaydı.

Çünkü bu 'prensesimiz', her yıl YKS’ye hazırlanan hemcinslerine çirkin bir sözle sataşıyor, hamur işi yapma marifetini başkalarının mücadelesinden üstün görüyordu.

O an düşündüm: Chopin ya da Edna, böyle bir videoya denk gelse ne hissederdi? Kadınların özgürleşme ihtimalini tehdit eden roller nedeniyle "tehlikeli" ilan edilen Edna Pontellier, pastel filtrelerle romantize edilen bu teslimiyeti nasıl okurdu?

Türkiye’de -gündüz kuşağı programlarının da etkisiyle- daha avam bir biçimde karşımıza çıksa da bu sadece bize özgü değil. Tüm dünyada -özellikle pandemiden bu yana- yükselen bir trend var: Tradwife (geleneksel eş) akımı.

Bu akıma geçmeden önce Kate Chopin’den ve Edna’dan söz etmek istiyorum. Kate Chopin, kadınlık ve annelik üzerine dönemine göre olağanüstü cesur metinler yazmış bir yazar. Uyanış, yayımlandığı 1899 yılında Amerika’yı adeta ayağa kaldırmış. Düşünün yıl 1899; daha Virginia Woolf’un "Kendine Ait Bir Oda"yı yazmasına 30 yıl var!

Çok tepki çekmiş, çünkü Edna Pontellier dışarıdan bakıldığında kusursuz bir kadın modeli: İki çocuk, varlıklı bir evlilik, huzurlu bir hayat… Fakat Chopin daha başlangıçta bize şunu sezdiriyor: Edna bu role sığmıyor.

"İyi eş-mükemmel anne" kalıbı Edna’nın ruhuna dar geliyor. Kendisine biçilen hayatı sorgulamaya başladıkça, içsel bir uyanış da tetikleniyor. Ressam olma arzusu, bağımsız yaşama isteği, tutkularını sahiplenmesi…

Tüm bunlar aynı soruya bağlı: "Ben kimim?"

Ama toplumun yanıtı gayet net: "Kim olduğunu sen belirleyemezsin."

Chopin tam da bu nedenle -ahlaksız, tehlikeli, kötü örnek- gibi sert tepkiler alıyor.

Ve yıllar sonra, Edna’nın karşı çıktığı ne varsa yeniden bize sunuluyor. Bugün sosyal medyada “tradwife” etiketiyle yayılan videolarda harika evler, kusursuz mutfaklar, ekşi maya ekmekler, hiç ağlamayan çocuklar, sevgi pıtırcığı anneler, “şükür” cümleleri ve ev içi huzurun idealize edilmiş sahneleri var. Ama biliyoruz ki bunun büyük bir kısmı performans.

Gerçek ev emeği yorucudur, tekrar ve tekrar eder ama bir türlü görünmez. Instagram’daki evler ise bir sahne gibi: Ev işi bir estetik, annelik bir içerik, evlilik bir kimlik olarak ambalajlanıyor.

Maalesef bu söylemin ardında kadın özgürlüğü yok; sosyal medyanın tükettiği "reactionary nostalgia" yani gerçekte hiç var olmamış bir "eski güzel kadınlık" nostaljisi var.

Edna bu videoyu ve tradwife hayatları izleseydi muhtemelen şöyle derdi: “Bu mutluluk değil, bu bir rol.”

Anlaşılan onun mücadelesi bitmemiş; sadece platform değiştirmiş.

Bir kez daha altını çizmek de fayda var: Her zaman olduğu gibi mesele kimsenin evde oturup oturmaması değil.

Mesele bir kadının kendi hayatına dair kararlarının, başka kadınları bastırmanın aracı haline getirilmesi.

Mesele bir rolün “doğal”, “kadınca”, “kutsal” diye sunulması.

Mesele seçim gibi gösterilen şeyin aslında çoğu zaman bir teslimiyet olması.

Bugün sosyal medyada yükselen tradwife içerikleri tam da Chopin’in altın yaldızlarını kazıdığı o rolün cilalanmış versiyonu. Bir nevi performatif kadınlık!

Judith Butler’a göre kadınlık doğuştan gelen bir kimlik değil; toplumun öğrettiği bir performans. Gülme şekli, konuşma biçimi, sevme tarzı bile bu performansın parçası. Edna bu performansı sürdüremediği için “anormal” görülüyor; uyanışı performansı bozuyor.

Tradwife estetiği ise bu performansı cilalayarak tekrarlıyor: Her daim huzur içinde bir kadın, kusursuz anne, erkeğine minnetle bağlı (aslında bağımlı) eş… Performans tekrarlandıkça “doğal kadınlık”mış gibi görünüyor.

bell hooks ise ataerkinin kendini çoğu zaman “sevgi”, “huzur”, “sadakat” gibi kavramlarla gizlediğini söylüyor bize. Kadının ekonomik ve duygusal bağımlılığı “aşk” olarak paketleniyor.

Edna’nın evliliği tam olarak böyle bir sevgi ekonomisi. Kocası maddi imkân sunuyor, karşılığında sessizlik ve uyum bekliyor.

Tradwife söylemi de bu modeli dijital filtrelerle yeniden üretiyor. Bu nedenle hooks’un bize sordurduğu soru bugün hâlâ geçerli. “Bu mutluluk gerçekten kadının mı, yoksa ona öğretilmiş bir mecburiyet mi?”

Çünkü Uyanış, kadınlara biçilen rollerin nasıl üretildiğini, nasıl sürdürüldüğünü ve özgürlüğün neden bu kadar ağır bir bedel gerektirdiğini gösteriyor.

Edna’nın yalnızlığı bugün de birçok kadının yalnızlığıyla aynı. Kendi hayatını kurmaya çalıştığı için yargılanan, etiketlenen, baskılanan kadınların yalnızlığı. Zaman zaman bencil gibi görünse de Edna bize şunu anlatmaya çalışıyor: “Başkalarının uygun gördüğü kadınlık senin kaderin değil.”

Tradwife estetiği ise bu cümlenin tam da karşısında duruyor. Pastel filtrelerle boyanmış “mutlu ev kadınlığı” imajı, 1800’lerin görünmez baskılarını yeni bir estetikle geri........

© Bianet