menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Şili’nin değişen kaderi: Nasıl yapmamalı?

24 0
22.11.2025

Pazar günü Latin Amerika ülkesi Şili, yeni devlet başkanı seçmek üzere sandık başındaydı. İlk sırada gelen isim &,8 oyla Şili Komünist Partisi’nden (PCCh) Jeannette Jara oldu. Fakat seçimlerde aşırı-sağcı adayların yükselişi ön plana çıktı. Sağın farklı tonlarını temsil eden adayların toplam aldığı oy oranı yaklaşık p olunca komünist partili bir adayın tarihsel başarısı gölgede kaldı.

Jara’nın ikinci turdaki rakibi Cumhuriyetçi Parti’den aşırı-sağcı José Antonio Kast ilk turda #,9 gibi yüksek bir oy aldı. Sürpriz isim ,7’lik oy oranıyla sağcı-popülist Franco Parisi oldu. Dördüncü sırada yer alan aşırı-sağcı Johannes Kaiser ,9 oy alırken merkez-sağcı Evelyn Matthei ,4 o aldı. Kaiser ve Matthei şimdiden 14 Aralık’ta yapılacak seçimlerde Kast’ı destekleyeceklerini açıkladılar. Parisi ise adaylar arasında bir tercih yapmayacağını dile getirdi. Hal böyle olunca Jara’nın fazla seçeneği yok gibi görünüyor.

Şili’deki seçimler üzerine yazılanlar ‘sağın nasıl siyasi gündemi belirlediği’ sorusu üzerine yoğunlaştı. Göçmen karşıtı söylem ve artan suç oranları gibi konular seçim sürecinin belirleyici başlıklarıydı. ABD Başkanı Donald Trump’ın Latin Amerika’daki şubeleri olarak değerlendirilebilecek Kast ve Kaiser başta olmak üzere sağcı adaylar ‘Bolivya sınırına duvar örmek’, ‘yüksek güvenlikli cezaevleri kurmak’ ya da ‘uyuşturucu tacirlerini öldürmek’ gibi vaatlerle siyasetin dilini belirlemekte başarılı oldu [1].

Tüm bunlardan yola çıkara 1973 yılında ABD destekli bir askeri darbeyle Şili’de iktidarı sosyalist Salvador Allende’nin elinden alan General Augusto Pinochet’in mirasının bir kez daha hortladığı söylenebilir. Kaiser büyük bir kıvançla, Kast ise yarım ağızla Pinochet’i bir referans noktası olarak benimsiyor.

Peki bugün Şili’de iktidar koltuğunu elinde bulunduran sol açısından nasıl bir hesap ortaya çıkıyor? İbrenin kayda değer bir şekilde sağa kayması ne anlam ifade ediyor? Büyük beklentilerle devlet başkanı seçilen Gabriel Boric’in yarattığı hayal kırıklığı seçmenlerin yönünü değiştirmesini mi sağladı?

İlk bakışta göze çarpan en büyük değişkenin seçimlere katılım oranı. 2025 genel seçimleri için ilk kez uygulanan zorunlu katılım kuralı daha çok sağın yararlandığı bir yeni oy akışına sahne oldu. Yüzde 85'e varan oran 2010’lar boyunca düşme eğilimi gösteren katılım trendinde ciddi bir sıçrama yarattığı gibi sonuçların meşruiyetini de güçlendirdi.

Fakat asıl değişimi anlamak için 2019 yılında başlayan sokak eylemlerine gitmemiz gerekiyor. Metro zamlarına karşı başlayan gösteriler kısa sürede alevlenmiş ve radikal taleplerin işitildiği bir halk isyanına evrilmişti. Dönemin sağcı Devlet Başkanı Sebastián Piñera’nın neoliberal reformlarına karşı Şili halkı Pinochet’tin hâlâ yürürlükte olan anayasasını değiştirmek başta olmak üzere çeşitli taleplerini dile getirmişti. Özelleştirmelere, emeklilik şartlarında değişikliklere, kamu sağlık sistemindeki tahribata karşı sokağa çıkan Şililerin talepleri büyük ölçüde ekonomikti.

Eylemlerin sloganlarından ‘Neoliberalizm Şili’de doğdu, Şili’de ölecek’ sokağın talebini Pinochet zamanına gönderme yaparak gayet net bir şekilde ifade ediyor. Tam da bu yüzden 2021’deki Devlet Başkanlığı Seçimlerinde gündem göç ya da güvenlik yerine ‘radikal sosyal dönüşüm’ ve ‘anayasa değişikliği’ gibi solun hakim olduğu konulardı. Protestoların güçlü rüzgarı, geniş bir sol koalisyonun adayı Gabriel Boric’in başkan seçilmesini sağladı.

Eski bir öğrenci lideri olan Boric’in etrafında oluşan koalisyon, PCCh’den merkez-sol unsurlara geniş bir siyasi yelpazeyi içerisinde barındırıyordu. Her ne kadar seçim zaferinin ardından manşetler o dönem ‘Şili’nin sosyalist başkanı’ şeklinde atılsa da Boric, bu yelpazenin solundaki unsurlardan biri değildi. Yüzlerce sayfalık programında tek kelime sosyalizm olmamasına rağmen Boric’in seçim zaferi kimileri için ‘büyük bir değişimin başlangıcı’ şeklinde yorumlandı.

Fakat çok geçmeden Boric’in sanılanın aksine pek de radikal dönüşümleri hedeflemediği, ‘solculuk’ meselesindeyse diğer kimi sol tandanslı Latin Amerikalı liderlerin çok daha gerisinde kaldığı açığa çıktı. Üstelik bunun tek sebebi Ukrayna Savaşı’nda NATO’dan yana tavır alarak kendini ‘Zelenski’nin Latin Amerika’daki dostu’ ifadeleriyle tanıtması ya da Venezuela’ya karşı ABD’nin dümen suyuyla uyumlu bir şekilde sert tavır takınması da değil. Seçim vaatlerinden anayasa değişikliği, ekonomik bağlamından kopuk bir taslakla büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Halka sunulan 2022 Anayasa Referandumunda sandıktan a,8 ile net bir ‘hayır’ çıktı. Öte yandan Boric, başkanlık süresince sermayeyi cepheden hedef alan herhangi bir reforma girişmekten özenle kaçındı [2].

Şili’de yaşananlar radikal taleplerin enerjisiyle iktidara gelip, ardından herhangi bir merkez-sol düzen partisine dönüşen geniş koalisyonların ne ilk ne de son örneğiydi. Fakat bu sefer perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Bu sefer sol koalisyon Şili İçin Birlik, adayını belirlerken Boric’in hareketinden gelen Gonzal Winter sadece %9 oy aldı. Merkez sol partiler, Winter yerine farklı bir adayın arkasında durmayı tercih etti, sosyaldemokrat Demokrasi İçin’den gelen Carolina Tohá’yı desteklediler. Yine de Tohá’nın aldığı (’lik oy yeterli olmadı. Boric hükümetinin Çalışma Bakanı Jara ise ` gibi bir oyla net bir mutabakatı ortaya koydu. Dolayısıyla Jara’nın adaylığını, Boric’in yarattığı hayal kırıklığının sol içindeki ifadesi olarak da yorumlayabiliriz.

Bugünkü seçime gelecek olursak Jara’nın önünde çok zor bir ikinci tur var. Sonuç ne olursa olsun, Boric dönemi hüsranla anılacak. Sokağın devrimci enerjisini önce absorbe edip sonra kendi yok oluşuyla birlikte tümden ortadan kaldıran bir başka ‘SYRIZA’ örneği gibi hatırlanacak. Elimizde bu gibi yeterince örnek var, yenisine ihtiyacımız yok. Bu sebeple Şili seçimlerinde aşırı-sağın yükselişini vurgularken sol için çıkarılacak dersleri ihmal etmemek gerekiyor. Yeni hezimetler yaşamamak “Nasıl yapmamalı” sorusuyla mümkün.

........

© Bianet