menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

ABD işgali kapıya dayandı: Venezuela’nın seçenekleri ne?

32 5
previous day

ABD’nin Karayip Denizi’ndeki askeri varlığı artarak devam ediyor. ABD Başkanı Donald Trump, ‘narko-terörist’ olarak nitelediği Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’ya yönelik askeri müdahale tehditlerini sürdürüyor. Öte yandan ABD ordusu ‘uyuşturucu kaçakçısı’ olduğunu ileri sürdüğü teknelere yönelik bombalı saldırı videoları paylaşmaya devam ediyor.

Bombardıman uçaklarının Venezuela sınırında gezdiği, uçak gemilerinin ve nükleer denizaltıların Karayipler’e demir attığı bir ortam bize savaşın yakın bir ihtimal olduğunu söylüyor. Peki, Latin Amerika’nın zengin petrol rezervlerine sahip ülkesi Venezuela’da mesele gerçekten ‘uyuşturucu kaçakçılığı’ mı? 15 bin Amerikan askeri Venezuela sınırına konuşlandırılmışken ülke halkı neler düşünüyor? Savaş gerçekten olası bir ihtimal mi? Washington saldırı için neden bugünü bekledi?

Tüm bu soruları Venezuelalı sosyolog Ana Maldonado ile konuştuk. Maldonado, Venezuela’nın önemli sosyal örgütlerinden Frente Francisco de Miranda’nın Uluslararası İlişkiler Sorumlusu olarak görev yapıyor. Aynı zamanda, Latin Amerika’daki bir dizi sol hareketi bir araya getiren ALBA İttifakı’nın (Latin Amerika için Bolivarcı İttifak) Venezuela bölümünün de bir üyesi. Ana Maldonado, Venezuela sınırında yaşanan gerilim ve ABD saldırganlığının nedenleri üzerine konuştuk.

Venezuela’daki son durumla başlayabiliriz. Artan askeri müdahale tehditlerinin ardından ABD ordusu denizden Venezuela’yı kuşatma altına aldı ve Devlet Başkanı Maduro’yu ‘terörist’ ilan etti. Mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu tehdit sokakta nasıl bir yanıt buluyor?

Bir tarafıyla mevcut durum, anayasal sürecin başlangıcından bu yana çeyrek asırdır devam eden ve 2015’ten sonra yoğunlaşan saldırganlığın devam ettiğini yansıtıyor. O dönemde, eski ABD Başkanı Barack Obama tarafından 8 Mart 2015’te yayınlanan 13692 sayılı Başkanlık Kararnamesi ile “Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal güvenliğine yönelik ‘olağandışı’ ve ‘alışılmadık’ bir tehdit” ilan edilmiştik. O zamandan beri kararname her yıl yenilendi: Önce Obama (2016), sonra Trump (2017-2020) ve ardından Biden (2021-2025) tarafından.
Bu bağlamda, yaptırımlar (tek taraflı cebri önlemler), geniş kapsamlı bir geri püskürtme savaşının parçası olarak bizi ekonomik olarak boğacak ve diplomatik olarak tecrit edecek şekilde tasarlanıyor. 2015’ten bu yana her yıl türlü savaş biçimlerini test ettiler: Konvansiyonel savaş yöntemleri, gayrinizami taktikler ve oluşumlar, ayrım gözetmeden şiddet ve suç dalgası yayan tehditkâr terör eylemleri... Ayrıca casuslar, paramiliterler ve paralı askerler sahaya sürerek gizli müdahale yöntemlerini de kullandılar.

Şu an içinde bulunduğumuz anın yeni ve ayırt edici yanı, bugüne kadar yaşanan her şeye ek olarak, USS Gerald R. Ford uçak gemisi komutasındaki bir ABD donanma filosunun Karayipler’de bulunmasıdır. Üstelik bu filoya kruvazörler, destroyerler, bize doğrultulmuş 1200 füze, amfibi ve ikmal gemileri, nükleer kapasiteli bir denizaltı ve önemli bir hava yığınağı eşlik ediyor. [Güdümlü füze destroyeri] USS Gravely’nin 26 Ekim’de bölgeye ulaşmasının ardından, uçak gemisi USS Gerald R. Ford, 16 Kasım 2025’te Trinidad ve Tobago açıklarına konuşlandı. Bu konuşlanma, 1989’daki Panama işgalinden bu yana ABD’nin bölgede gösterdiği en büyük varlık anlamına geliyor.

Bir diğer yeni ve önemli husus ise Başkan Maduro’nun artık bir ‘diktatör’ olarak etiketlenmemesi; bugünkü karalamalardaki vurgu onu bir ‘narko-terörist’ olarak tanımlıyor. Zaten ABD’nin hükümetlere müdahale için kullandığı kurumlar tarafından yaratılmış ve gerçekte var olmayan bir kartelin başındaki ismin Maduro olduğu dile getiriliyor[1].

Ana tartışma öncelikle barış içerisinde yaşamaya devam edebilme etrafında şekilleniyor: Bu hem tehdide karşı eğitim, örgütlenme ve siyasi seferberlik yoluyla aktif olarak hazırlanan bizler, hem de yaptırımların sert etkilerinin ardından onurlu bir günlük yaşamı sürdürmenin ancak yakın zamanda zor kazanılmış bir zafer haline geldiği kişiler için geçerli. Yani çocukları okula götürmek, finansal işlemler yapabilmek, yiyecek, mal ve hizmet üretebilmek, kitap fuarına katılmak, tiyatroya gitmek... Her zamanki gibi bir hayat yaşamak.

ABD ordusunun Karayip Denizi’ndeki gemilere yönelik ölümcül saldırılarının sayısı 20’yi aştı. ABD’nin bu yaptığı uluslararası hukuka aykırı. Ancak eylemlerine veya bölgeye nükleer denizaltıları konuşlandırılmasına uluslararası bir tepki yok gibi görünüyor. Bu tür eylemlerin kınanışında bir çifte standart olduğunu düşünüyor musunuz?

Sadece ABD’nin Karayipler’de yaptığı askeri yığınak gerçeği bile Birleşmiş Milletler (BM) Sözleşmesi’nin (Madde 2/4), Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin ve Uluslararası Deniz Hukuku’nun ihlalidir. Venezuela devleti -dünyanın dört bir yanından gelen çeşitli sesin yanı sıra- ABD’nin Karayipler’deki askeri konuşlanmasını ve Venezuela açıklarında gemilere yönelik ölümcül operasyonları kınayarak söz konusu eylemlerin Venezuela’nın egemenliğini ve BM Sözleşmesi’ni ihlal ettiğini defalarca dile getirmiştir.

Yaklaşık 80 kişinin (Kolombiya ve Trinidad uyruklu) hayatını kaybettiği ölümcül operasyonlar, yargısız infazlardır. Üç BM uzmanı George Katrougalos, Ben Saul ve Morris Tidball-Binz tarafından hazırlanan bir rapor[2], Venezuela devletinin kınadığı gerçeği doğruluyor: Uluslararası sularda yasal bir dayanak olmaksızın ölümcül güç kullanımı, uluslararası deniz hukukunu ihlal ediyor ve yargısız infaz anlamına geliyor. Uluslararası hukuk, hükümetlerin ‘uyuşturucu kaçakçısı şüphelilerinin’ öldürmesini ve katletmesini yasaklıyorsa ve gerçekten de suç teşkil eden bir faaliyet varsa, bu faaliyet yasalara göre soruşturulmalı ve kovuşturulmalıdır. Bu rapor, hukuki ve diplomatik mekanizmaların desteği açısından oldukça faydalıdır.

1967’de imzalanan Tlatelolco Antlaşması ile nükleer silahsız bölge ilan edilen Karayipler’e nükleer denizaltı konuşlandırılmasına da uluslararası bir tepki gelmedi. Eğer amaç uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele olsaydı da aynı şey geçerli; hiçbir devletin bir başka ülke karasularında o ülkenin rızası olmadan asker ve polisle operasyon yürütemez.

Eksik kalan bir diğer yeni husus ise bizi itibarsızlaştırmak ve bu eylemleri meşrulaştırmak için dayatılan damgalama anlatısının sorgulanması. Mağdurlar, ‘ayrıcalıksız savaşçılar’ olarak etiketleniyor. Bu, diğerinin insanlığını yok ederek ortadan kaldırılmasını meşrulaştıran bir güç mekanizmasından başka bir şey sayılamayacak hukuki bir teknik ayrıntı.[3]

Kendimize tekrar sorabiliriz: İşgal ve yargısız infazlar devlet politikası haline gelirse nasıl bir ikiyüzlülük söz konusu olur?

Bu koşullar altında Venezuela’nın kendini korumak için önünde ne gibi seçenekleri var?

Seçenekler tek bir maddeye indirgenmiş durumda: Maksimum baskıya karşı hazırlığımızı en yüksek seviyede derinleştirerek sürdürmek. Barış bayrağını yükseltmeye ve 1999’dan beri sürdürdüğümüz katılımcı, öncü ve halkçı demokrasi modelini inşa etmeye devam etmeliyiz. Egemenliğimizi ve birliğimizi güçlendirmeye devam etmek tek seçeneğimiz, çünkü bu tehdit nihayetinde bizi sindirmeyi ve gerçekleşmeyecek bir iç kopuş yaratmayı amaçlıyor. Gücümüzde bir bölünmeye yol açmak istiyorlar. Çünkü iç siyasette hoşgörülü ve barışçıl bir arada yaşama demokratik sürecine katılmayı reddedenleri ve aşırı sağı yendik.

Mülksüzleştirme, imha ve tahakkümle karşı karşıya olduğumuzda önümüzde başka bir seçenek yok. Bağımsız, onurlu ve egemen bir şekilde yaşamanın başka bir alternatifi yok.

Venezuela hükümeti de dahil olmak üzere pek çok kişi, yaşanan olayların uyuşturucu kaçakçılığından ziyade ülkenin sahip olduğu petrol gibi kaynaklarla ilgili olduğunu dile getirdi. Bir Trump müttefiki olan Machado[4], Venezuela’nın tüm petrolünü özelleştireceğini ve ülke pazarını dışarıya açacağını belirtti. Bu yorumları göz önünde bulundurarak, ABD’nin tam olarak ne amaçladığını düşünüyorsunuz?

Son olayların uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgisi olmadığını savunan birçok kişi var. Bunlar arasında Venezuela’nın uyuşturucu ekimi ve işlenmesinden uzak bir bölge olduğunu dile getiren raporlar da yer alıyor. Kolombiya’da üretilen uyuşturucunun yüzde 87’si, başta Ekvador limanları olmak üzere Kolombiya Pasifik Okyanusu üzerinden, yüzde 8’i Kolombiya’nın kuzeyindeki Guajira bölgesinden dışarıya gönderilirken, yalnızca yüzde 5’i Venezuela’dan nakledilmeye çalışılıyor ve burada ele geçirilip yakılıyor. Bu raporlar, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC), Dünya Gümrük Örgütü ve diğer kuruluşlardan geliyor.

María Corina Machado 2004 yılından bu yana, hükümeti devirmeye ve Kurucu Meclis’in öncülük ettiği değişim sürecini baltalamaya çalışıyor. Machado, 2004’teki geri çağırma referandumu aracılığıyla, kendini yeniden göreve getirmek için gerekli imzaları toplamaya çalıştı ancak başarısız oldu. Ardından 2014’te, Leopoldo López ve sağcı Voluntad Popular (Halk İradesi) partisiyle birlikte, 12 Şubat’tan itibaren, La Salida (Çıkış) adlı bir başlattılar: Ülke genelindeki 18 belediyenin ana cadde ve bulvarlarını kapattılar, kamu tesislerini tahrip ettiler, arabaları ve ağaçları yaktılar ve böylece sokaklara nefret tohumları ektiler. Bu saldırı 48 kişinin........

© Bianet