Kudüs ey Kudüs

Son iki yıldır İsrail Filistin çatışması, Gazze üzerinde bir soykırıma ulaştı. Ortadoğu’nun temel bir sorunu olarak devam eden bu savaşın tarihsel kökleri çok derin. Külün altındaki köz son yüz yılda alevlendi.

İsrail Hamas arasındaki “Barış Planı” çerçevesinde varılan ateşkes anlaşmasının olduğu şu günlerde okunası bir kitap var: “Kudüs Ey Kudüs”.

Lary Collins ve Dominique Lapierre’in “Kudüs Ey Kudüs” adlı kitabı, İsrail Devleti’nin hangi koşullarda kurulduğunu ve özellikle 1947-48 döneminin Arap İsrail savaşlarını Kudüs’ü merkeze alarak belgesel tadında ve roman üslubuyla anlatan, kaynak niteliğinde çok değerli bir kitap.

Kitabı 1979 yılında okumuştum. Kronik Yayınları'ndan13. baskısı yeni çıkan kitabı bugün tekrar okuduğumda, konuya dair anlam dünyam daha da genişledi.

Uzun yıllar çok titiz bir araştırmanın ürünü olan bu kitabın edebi lezzetini, yine yazarların yetkinliğinin bir örneği olarak, Türkçede “Yasımı Tutacaksın” adında matador el Cordobes’in hayatını anlatan harika kitabında da görüyoruz. “Ağlama Angelica, ya sana bugün bir ev alacağım ya da yasımı tutacaksın!..” diyen şiirsel bir epigrafla başlayan kitap matadorun hayatı etrafında İspanya İç Savaşı’nı da anlatır.

İsrail’in işgalleri Filistin coğrafyasında farklı zamanlarda şu veya bu tarafa (Mısır, Suriye, Lübnan hatta Ürdün) yönelse de tarafların inançları nedeniyle kaynağını tarihten alan ve kimliklerinin simgelerle inşa edildiği Kudüs, Filistin İsrail savaşının odak noktasını oluşturur.

O Kudüs ki, kökünden çıkan üç dalın (üç dine inanların) hem beşiği hem mezarıdır!

Kudüs; antik dönemde Kenan halkının ili…

Kudüs; Davut’un fethettiği, Süleyman’ın mabedini inşa ettiği…

Kudüs; Şeria ırmağında Yahya’nın vaftiziyle taçlanan Hz. İsa’nın Golgota tepesinde çarmıha gerildiği…

Kudüs; Müslümanların ilk kıblesi, Hz. Muhammed’in Burak adlı atıyla Mescid-i Aksa’ya gelip oradan göğe yükselişi…

Kudüs; her üç dinin inancının, mekânının ve tarihinin yurdu. Ve bu öyle bir yurt ki, taşları kanla, ilahi öpücüklerle ve gözyaşlarıyla sulanmakta.

Üç bin yıl boyunca uğruna nice savaşların yapıldığı, üstünde farklı iktidar katmanlarının ağır yorgunluğunu taşıyan ve her bir iktidarın düğüm attığı, atılan düğümlerin her bir başka iktidarın kılıcıyla çözüldüğü ve her bir düğümün çözülmesinin aslında yeni bir düğüm yarattığı kadim şehir.

Bugün bile Kudüs, sanki tarih tarafından anahtarları kayıp prangalara mahkûm hüviyetiyle damgalanmış. Bu hüviyet kaydını silelim deseler, Nil Nehri mürekkebe boğulur.

Filistin İsrail sorununun neredeyse 3.000 yıllık bir tarihi var. Eski Ahit’te bunun takriben 900 yıllık kısmının Yahudiler açısından gerek teolojik gerekse edebi açıdan bir hayli geniş bir anlatısı bulunmakta.

3.000 yıllık tarihin inişlerinin, çıkışlarının, barış dönemlerinin ve Yahudi halkının Babilliler ve Romalılar dönemindeki büyük sürgünlerinin soruna referans verilmesi ve buradan tarafların kendilerine bir meşruiyet oluşturma çabaları ayrı konu.

Şu kadarını belirtelim ki;

İslam’ın kimi dönemlerinde ve özellikle Haçlı Hristiyan dünyasında yoğunlaşan antisemitizm, katliamlara ve büyük Yahudi sürgünlerine yol açtı.

1880’lerden 1917 Ekim Devrimi’ne kadar çarlık Rusya’sında Yahudi pogromları (Rusçada toplu katliam anlamında) yaşandı.

Hitler Almanya’sında olanlar ise, başlı başına çok büyük bir tarihi trajedidir.

Filistin İsrail sorunu Birinci Dünya Savaşı sonunda Filistin’deki İngiliz işgali dönemiyle Siyonizm’in bir devlet kurma hedefi doğrultusunda yeni bir aşamaya girer.

İngiliz mandası Yahudilerle Filistinliler arasında iyi kötü bir bent (duvar) oluşturur. Filistinlilerle Yahudi yerleşimciler arasındaki barajda ufak tefek su kaçakları olsa da BM’nin kararı sonrasında ve İngilizlerin çekilmesiyle birlikte baraj duvarı patlar ve ortalığı sel basar.

İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra Yahudi diasporası, Hitler faşizminin katlettiği milyonlarca Yahudi’nin yakıcı anısının da tetiklediği meşruiyetten hareketle, Yahudilerin tarihi anavatanlarında bir yurt talepleri Birleşmiş Milletler nezdinde kabul görür.

29 Kasım 1947 yılında BM’nin paylaşım planı Filistin’in yüzde 56’sını Yahudi devletine, yüzde 44’ünü de Arap devletine bırakır. Kudüs’ün ise uluslararası bir idare altında yönetilmesi kararı çıkar.

Girintilerden, çıkıntılardan oluşan hem topografya hem de demografik açıdan isabetli olmayan böyle bir paylaşım haritası daha baştan her iki taraf için de sorun oluşturur. Paylaşımın şekli bir tarafa, daha baştan Filistinliler paylaşıma karşı çıkarlar. Yahudiler ise paylaşımın sınırlarını kabul etmedikleri gibi, daha o zamanda bile Filistin’in geri kalan topraklarını işgal etme amacındadırlar. Kaldı ki bu amaçlarını 1948 yılından bu yana yaptıkları işgaller yoluyla gerçekleştirmişlerdir.

Tarihin bir öznesi olarak insan, iç içe geçmiş bir olgu olarak hem tarihinin hem de onu inşa eden politikasının sonuçlarını taşır. Burada esas olan, tarihin ve politikanın yol açtığı olumsuzlukların yükünden kurtulmaktır ki, bunun yolu barışın inşası yoluyla yeni bir tarihe ve politikaya kapı açmaktır.

Zor mu? Evet çok zor ama imkânsız değil!

Yahudilerin Arap denizinin ortasında bir ada gibi yer alan devletlerini kurmasının ve bu adayı işgaller yoluyla büyütmesinin tarihsel dinamikleri ve koşullarına dair kitaptan yaptığım bazı çıkarsamalar:

Selam ve şalomun bir arada olduğu dünya dileğiyle.

(HŞ/EMK)

Türkiye nüfusunun 21 milyon 817 bini çocuklardan oluşuyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2024 verilerine göre, bu nüfusun yüzde 51,3'ünü erkek, yüzde 48,7’sini kız çocukları oluşturuyor. 2000’li yıllardan itibaren okullaşma gibi bazı alanlarda iyileşme görülmesine rağmen Türkiye’deki veriler, birçok alanda istenilen seviyeye ulaşılmadığını gösteriyor. Çocuk işçiliği, yoksulluk, erken yaşta zorla evlendirilen ve istismar edilen, suça sürüklenen, eğitim dışındaki çocuklar gibi birçok konuda sorunlar devam ediyor. Tüm dezavantajlı çocuklarla birlikte özellikle kız çocukları için eşitsizlikler ve riskler sürüyor.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ortaklaşa hazırlanan yasanın kabul edilmesiyle birlikte 2012 yılından beri kutlanan 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü'nde Türkiye’deki kız çocuklarının durumunu araştırdık.

Türkiye’de, zorunlu eğitim çağında olmasına karşın 6-17 yaş aralığında yaklaşık 611 bin çocuk okul dışında. Bu grubun yüzde 55,7’si oğlan, yüzde 44,3’ü kız çocuklarından oluşuyor. Eğitim Reformu Girişimi (ERG) verilerine göre; 6-9 yaş grubunda yaklaşık 77 bin 400, 10-13 yaş grubunda 93 bin 362, 14-17 yaş grubunda ise 440 bin 850 çocuğun eğitim sisteminin dışında olduğu görülüyor. Zorunlu eğitimin liseyi de kapsayarak 2012-2013 eğitim öğretim döneminde 12 yıla çıkarılmasıyla “Haydi Kızlar Okula” ve “Baba Beni Okula Gönder” gibi devlet ve sivil toplum kuruluşu destekli kampanyalar, özellikle kız çocuklarının okullaşma oranını artırdı ve eğitimde cinsiyet farkını azalttı. Böylece 2000-2001 eğitim öğretim yılında yüzde 39,2 olan kız çocuklarının ortaöğretimdeki okullaşma oranı, 2023-2024’te yüzde 88,7’ye ulaştı.

Ancak özellikle kırsal bölgelerde bu sorun devam ediyor. Eğitimde olmayan çocuklara bakıldığında binlercesinin çalışma hayatında olduğu görülüyor. Resmi verilere göre, 15-17 yaşta işgücüne katılım oranı yüzde 24,9 olurken, kız çocuklarda istihdama katılım oranı yüzde 13.7 seviyesine kadar çıktı. Öte yandan, kız çocuklar istihdam istatistiklerinde görülmeyen ev içi emek ve çocuk yaşta, erken ve zorla evlilikler nedeniyle eğitim dışında kalmaya devam ediyor.

Geçen yıl "Taşıma Yoluyla Eğitime Erişim Yönetmeliği" değiştirildi ve kırsal bölgelerde taşımalı eğitimden yararlanacak öğrencilerin okula uzaklık sınırı 50 km’den 30 km’ye indirildi. Bu düzenleme, evi okula 30 km’den uzak olan çocukların eğitime erşimini olumsuz etkiledi. Milli Eğitim Bakanlığı bu öğrencilere pansiyonda kalma seçeneği sunmasına rağmen bu kurumlar istenilen oranda tercih edilmedi.

2024-2025 eğitim-öğretim yılında ilkokul, ortaokul ve ortaöğretim kademesinde taşımalı eğitimden yararlanan toplam öğrenci sayısı, önceki yıla göre yüzde 16,2 azalarak 846 bin 168 oldu. İlkokul kademesinde taşınan öğrenci sayısı yüzde 7,2 azalarak 240 bin 48’e, ortaokulda yüzde 8,8 azalarak 324 bin 603’e ve ortaöğretimde ise yüzde 28,6 azalarak 281 bin 517’ye düştü. Bu veriler, yönetmelik değişikliğinin taşımalı eğitimden yararlanan öğrenci sayısında azalmaya neden olduğunu ortaya........

© Bianet