Atölye BİA’dan “Çocuk Odaklı Habercilik Atölyesi”: Çocuğun özne olduğu bir medya nasıl mümkün? |
IPS İletişim Vakfı/bianet, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü arifesinde Atölye BİA’da Çocuk Odaklı Habercilik Atölyesi düzenledi.
Geniş katılımın olduğu atölyede “Çocuk odaklılık nedir?”, “Haberde çocuğun özne olduğu/olamadığı durumlarda neyi nasıl yapmalıyız?”, “bianet çocuk odaklı haberciliği hangi yöntemlerle sürdürüyor?” soruları yanıt buldu.
Ayrıca, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve bağlayıcılık çerçevesinde, yasalar içinde ve önünde çocuk olmak; hukukta ve medyada çocuğun özne olarak yer alması konusu işlendi.
Çocuğun beden hakkı kapsamında medyada yer alma biçimleri, haberlerde görsel kullanımı, istismar ve şiddet içerikli haberlerde kullanılan kavramların çocuğa etkisi tartışıldı.
Atölye, bianet’in ilk çocuk editörlerinden gazeteci Kemal Özmen’in “Çocuk odaklı habercilik nedir?” başlıklı sunumuyla başladı. Özmen, çocuk odaklı haberciliğin çocukluk algısından bağımsız düşünülemeyeceğini söyledi.
Gazetecilerin çoğunun çocuk hakları konusunda “iyi niyetli ama bilgisiz” olabildiğini söyleyen Özmen, yalnızca iyi niyetle yapılan haberlerin dahi çocuklara zarar verebildiğini anlattı. Çocukluk kavramının hak öznesi bir statü olarak anlaşılması gerektiğini aktardı:
“Çocukluk sadece biyolojik bir kategori değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir imgedir. Çocukluk 0–18 yaş arası bir dönem değil; hayatın her alanında hakları tanımlanmış bir toplumsal statü aslında. Kişiler için geçici olan çocukluk, toplumlar için kalıcı.”
Özmen, yerleşik “çocuk eksik insandır” anlayışının dilde ve gündelik pratiklerde yeniden üretildiğini anlattı; “çocuksan çocukluğunu bil”, “çocukluk yapma” gibi ifadelerin hem çocuğun sınırını çizdiğini hem de çocukluğu “eksiklik” olarak tanımladığını söyledi. Çocuğu “devletin ve ebeveynin malı” olarak gören yaklaşımın da çocuk hakları ihlallerini meşrulaştırdığını belirtti.
Çocuk haklarının neden ayrı bir başlık olarak tartışılması gerektiğine dair sıkça duyulan “İnsan hakları varken çocuk haklarına ne gerek var?” sorusuna da değinen Özmen, hukuk metinlerinde herkesin eşit görünmesine rağmen pratikte eşitsizliklerin derin olduğunu hatırlattı:
“Çocukların birey olarak yok sayılmadığı bir süreçten söz ediyorsak, çocuk haklarına ayrıca gerek var. Çünkü yasalar önünde herkes eşit yazıyor ama pratikte öyle olmuyor. Türkiye’den bakarsak; Türk olmak, Sünni olmak, erkek olmak, varlıklı olmak daha ‘eşit’ kılıyor insanları. Çocuklar ise hem bu eşitsizlikten hem de çocuk olmaktan kaynaklanan ek kısıtlamalara maruz kalıyorlar.”
Özmen, çocuk odaklı haberciliğin çıkış noktasını da şöyle özetledi:
“En önemli şey şu: Çocuk çocuktur. Her çocuk, hakları olan ve bizimle aynı zamanı paylaşan bir bireydir. Gazeteci ya da yetişkin olarak buradan bakmadığımız sürece, iyi niyetli olsak bile ihlalleri yeniden pekiştiren öznelere dönüşüyoruz.”
Daha sonra İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkanı Kardelen Ateşci, “Yasalar içinde ve önünde çocuk olmak” başlıklı bir sunum yaptı.
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin yalnızca devletleri değil, toplumdaki tüm yetişkinleri ve çocuklarla çalışan tüm aktörleri bağladığını anlattı. Ayrıca sözleşmenin medya için bağlayıcılığı üzerine ve medyaya yüklediği sorumluluklara dair konuştu:
“Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni konuşurken hep devletin yükümlülüğünü düşünüyoruz. Oysa sözleşme, çocuk hakları alanında çalışan doğrudan ya da dolaylı tüm aktörlere; yani yetişkin olarak bizlere de sorumluluk yüklüyor. Medya da buna dahil. Yaptığınız haberin dili, başlığı, görseli, yayın politikası; bütün bunlar çocuklarla ilişkileniyor ve sizi çocuk hakları açısından yükümlü kılıyor.”
Medya açısından en kritik ilkenin “çocuğun üstün yararı” olduğunu söyleyen Ateşci, her haber öncesi sorulması gereken soruyu şöyle formüle etti:
“Haber yaparken ilk sorumuz şu olmalı: ‘Bu haberi bu haliyle yayınlamak, çocuğun üstün yararını gözetiyor mu?’ Üstelik yalnızca mağdur çocuk ya da suça sürüklenen çocuk açısından değil; haberi gören, duyan, sosyal medyada rastlayan diğer tüm çocuklar açısından da.”
Ateşci, “fail” ya da “suçlu” gibi damgalayıcı ifadelerin yerine “suça sürüklenen çocuk” kavramının kullanılması gerektiğini, bunun da yalnızca dilsel bir tercih değil, çocuğu yeniden suçlamayı önleyen bir hak perspektifi olduğunu aktardı.
Çocukların defalarca adalet sistemine girip çıktığı vakalarda, sorunun çocukta değil sistemde aranması gerektiğini bir haber örneğinden yola çıkarak şöyle anlattı:
“Karşınıza 361 kez kaydı olan bir çocuk geldiğinde sormamız gereken........© Bianet