Sıkılmak bir hakka dönüşünce: Çocukların boş kalmaya da ihtiyacı var
Sıkılmak üzerine bir kaç çocuk kitabı ile sizi tanıştırmak istiyorum. Bunlar: Uçanbalık'tan Yaşasın Çok Sıkılıyorum, Nesin Yayınevi'nden Benim Adım Sıkıntı ve Aylak Kitaptan Hiçbir Şey Yapmama Günü.
Ama öncesinde sıkılmanın çeşitli boyutlarına dair düşünelim istiyorum. Pandemi dönemi, çocuk gelişimi açısından zorlu "sosyal deneyimlerinden" biri olarak kayıtlara geçti. Edinburgh Üniversitesi’nin yaklaşık 60.000 çocuk üzerinde yaptığı araştırma, bu dönemde doğan bebeklerin "sosyal gülümseme" ve "işaret etme" gibi temel iletişim becerilerinde, önceki dönemlere kıyasla belirgin bir gerileme yaşadığını ortaya koyuyor. Benzer şekilde Brown Üniversitesi verileri, sosyal izolasyonun getirdiği sınırlı etkileşimin, bebeklerin sözel bilişsel skorlarında düşüşe neden olduğunu gösteriyor. Bunlara ek olarak, Türkiye'de ve dünyada yapılan yerel araştırmalar, pandemi döneminde çocukların fiziksel ve sosyal uyaran yerine "dijital uyarana" maruz kalmasının dikkat sürelerini kısalttığını ve duygu düzenleme becerilerini zayıflattığını ortaya koyuyor.
Pandemide dört duvar arasında yaşanan bu "uyaran yoksunluğu", gelişim için önemli bir riskti. Ancak sarkaç hızla diğer uca savruldu. Bugün ise, çocuk gelişimini belirleyen şey sessizlik veya uyaran eksikliği değil; tam aksine, baş döndürücü bir "uyaran zehirlenmesi"*.
Günümüz dünyasında çocukluk tam mesaili bir işe dönüşmüş durumda. Okuldan kursa, kurstan özel derse koşturulan, arta kalan o minik zamanlarda ise sosyal medyanın ve dijital oyunların renkli, gürültülü ve hızlı dünyasına teslim edilen çocuklardan bahsediyoruz. Yetişkinler genellikle çocuğun her anını doldurma, onu sürekli "geliştirme" telaşı içinde hareket ediyor. Ancak gözden kaçırılan kritik bir gerçek var: Uyaran gelişim için ne kadar gerekliyse, "boşluk" da o kadar hayati.
Bu yoğun tempo içinde, çocuğun her "sıkıldım" dediği anda bakımverenin çözüm üretmek zorunda hissetmesi, ona yeni bir aktivite sunması veya zaman sıkışıklığıyla tablet gibi araçlara sığınması, aslında gelişime vurulan büyük bir ket olabilir. Çünkü sürekli dışarıdan gelen uyarana alışan bir çocuk, kendi içsel motivasyonunu üretme yeteneğini kaybedebilir. Bu tutum, çocuğa farkında olmadan: "Kendi hayal gücünle oyun kurmak yerine, keyifli vakit geçirmek için dışarıdan sunulan hazır çözümlere ihtiyaç duyabilirsin." mesajını verebilir.
Bu durum, çocukları hazıra konan, tüketici bireylere dönüştürme riski taşır. Sosyal medyanın saniyeler içinde değişen görüntüleri ve oyunların sunduğu hızlı ödüller, beynin dopamin eşiğini o kadar yükseltir ki; bir süre sonra kitap okumak, resim çizmek veya sadece pencereden dışarıyı izlemek çocuğa "dayanılmaz derecede yavaş ve sıkıcı" gelmeye başlar.
Ancak çocukların dijital dünyaya bu denli yönelmesini ve "yerinde duramamasını" yalnızca teknolojinin cazibesiyle veya ebeveyn tutumlarıyla açıklamak haksızlık olur; burada fiziksel dünyanın sunduğu imkansızlıklar da büyük rol oynuyor. Michigan Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma, mahallelerinde yeterli yeşil alan ve güvenli oyun parkı bulunmayan çocukların, dışarıda oynama imkanı olan yaşıtlarına göre çok daha fazla ekran başında vakit geçirdiğini gösteriyor.
TÜİK 2024 verilerine göre Türkiye'de 6-13 yaş grubu çocukların günlük ortalama ekran süresinin 6 saati aşması, sadece dijital bağımlılıkla değil, kentleşmenin yarattığı "alan darlığıyla" da doğrudan ilgili. Güvenlik kaygıları, trafiğe kapalı alanların azlığı ve mevcut parkların çocukların ihtiyacını karşılamayan tekdüze yapısı, çocukları mecburi bir göçe zorluyor. Çocuk, fiziksel dünyada bulamadığı hareket ve sosyalleşme imkanını dijital oyunların sınırsız evreninde aramak zorunda kalıyor. Yani ekran, bazen bir tercih değil, fiziksel yoksunluğun zorunlu ikamesi haline geliyor.
Fiziksel alanlar daralırken ve dijital uyaranlar artarken, belki de en çok ihtiyaç duyulan şey zihinsel bir "nefes alma" alanı. Oysa korkulan o "sıkıntı" anı, aslında beynin vites değiştirdiği an. Bir çocuk sıkıldığında ve yapacak hiçbir şeyi olmadığında, beyni harika bir problemle baş başa kalır: "Şu an bu boşluğu nasıl dolduracağım?"
İşte yaratıcılık tam da bu rahatsız edici boşluktan doğar. Pek çok yaratıcı oyun ve hayaller; ekranların veya yapılandırılmış kursların olmadığı, zihnin başıboş kaldığı o sessiz anlarda filizlenmiştir.........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein
Beth Kuhel