Edouard Louis’nin yürek burkan külliyatı |
1992 doğumlu Fransız yazar Edouard Louis 2014’te kaleme aldığı En finir avec Eddy Bellegeule isimli otobiyografik romanından sonra yazarlık serüvenine sırasıyla aralarında "Histoire de la Violence" (2016), "Qui a tué mon père" (2018), "Combats et métamorphoses d’une femme" (2021) ve" Monique s’évade" (2024) isimli romanların bulunduğu otobiyografik anlatılarla devam etti.
Yazarın eserlerinin bazıları Türkçeye Can Yayınları aracılığıyla "Eddy'nin Sonu", "Şiddetin Tarihi", "Babamı Kim Öldürdü" ve "Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri" başlıkları altında kazandırıldı.
Yazar, şimdiye kadar Türkçe dışında pek çok dile çevrildi ve eserleri sahneye de uyarlandı, uyarlanıyor. Hızlı bir yükseliş kazanan Louis’yi konu edinmek istememin temel sebebi bence yaşının çok ötesine geçen edebi derinliği.
Yazarın ilk romanı Eddy'nin Sonu esasen Fransa’nın kuzeyinde bir köyde, alt sınıfa mensup bir ailenin oğlu olarak önce ailesine sonra içinde yaşadığı topluma karşı eşcinsel kimliğiyle var olabilme mücadelesine odaklı.
"Şiddetin Tarihi"nde yetişkin birey olarak Paris’te kendi apartman dairesinde uğradığı tacizi ve şiddeti anlatırken yine beyaz Avrupalı eşcinsel birinin hayatta kalma mücadelesine ışık tuttuğunu söyleyebiliriz.
Bu iki otobiyografik romanın LGBTİ edebiyatında baş köşelere oturacağını düşünüyorum; çünkü hem yazarın bir eşcinsel olarak öz yaşamını anlatmaktaki samimiyeti ve cesareti hem de kendini anlatırken ustalıkla altından kalktığı ataerkil ve sınıflı toplum eleştirisi takdire şayan.
Otobiyografi yazarken yazarların kendilerini hem merkeze koyup hem periferiye itebilmesi, başkalarıyla ilişkisellik içinde kurgulayabilmesi, kendilerine aynı anda içerden ve dışarıdan bakabilmesi hiç kolay değil.
Bu açıdan Louis, çok zor bir işi çok güzel yapıyor. Bununla birlikte, benim için özellikle etkileyici olan aslında eşcinsel bir birey olarak kendini var etmek için otobiyografiyi seçtiğini iddia edebileceğimiz Louis’nin bakışını annesine ve babasına çevirip onlara odaklandığı kitaplar da yazması: Babamı Kim Öldürdü ve Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri ve henüz Türkçeye çevrilmeyen Monique s’évade (2024).
Louis, işçi bir baba ve ev hanımı bir annenin oluşturduğu, ev içi şiddetin – çoğunlukla psikolojik- normalleştiği, toplumsal cinsiyet rollerinin sıkı sıkıya takip edildiği yoksul bir evin içinde eşcinsel bir çocuk olarak tabi ki mutlu bir çocukluk geçirmiyor.
Hele ki bu çekirdek ailenin Fransa’nın kuzeyinde, ataerkilliğin ve kapitalizmin ezdiği insanlardan oluşan bir köyde yaşadığını düşünürsek oldukça trajik bir çocukluğu olduğunu tahmin etmek zor değil. Louis, Eddy’nin Sonu’nda eşcinsel kimliğini kabul etmek bir yana bastırmasını isteyen, zaman zaman kendisine bu nedenden sözlü ve psikolojik şiddet uygulayan ailesine – kardeşleri dahil- karşı duyduğu kırgınlığı, öfkeyi hissettiriyor; fakat buna rağmen Paris’e yerleşip yavaş yavaş tanınan bir yazar olmaya başladığı anda bile anne ve babasıyla bağlarını koparmıyor.
Çocukluğunda ve ilk gençliğinde ona çok da sahip çıkmayan ailesine o, zaman içerisinde maddi ve manevi olarak sahip çıkıyor ve üzerlerine roman bile yazıyor. Aslında belli ki yazmak Louis için geçmişiyle uzlaşmanın ve iyileşmenin bir yolu olmuş. Belki de annesini ve babasını yazarak onları affetmiş.
Nihan Kaya, İyi Aile Yoktur (2018) kitabında ebeveynlerin çeşitli sebeplerle, bilerek veya bilmeyerek çocuklarına kötü davranabildiklerini ve çocukların kendilerine kötülük eden ebeveynlerini affetmemesi gerektiğini, kötülüğü kötülük olarak görmesi gerektiğini söylüyor. Çocukların içimize yerleşen “anneye-babaya saygı” kavramı nedeniyle anne-babalarının yanlışlarını yetişkinlikte dahi zor gördüklerini, anne-babalarının kendilerine karşı işlediği hataları büyüdüklerinde meşrulaştırma........