10 Ocak gazeteciliğin mücadele manifestosudur
Eskiler, “zaman her şeyin ilacıdır” derler ama hayatımızla sınandı ki, bu söz pek doğru değil.
Zaman gerçekte neredeyse bir kural olarak her nesneyi eskitiyor, çürütüyor, bazen de içini boşaltıp geride boş bir ambalaj bırakarak hoyratça kendi yolunda yürümeye devam ediyor.
Biz yine de kimi zaman ayıp olmasın diyerek, kimi zaman da kabullenememekten mütevellit, eskimiş, çürümüş nesneye sağlam, boş ambalaja da sanki içi doluymuş muamelesi yapabiliyoruz.
Mesela gazetecilere atfedilmiş ve bazıları törensel önemde pek çok gün var.
İşte o günlere dair iki satır yazıp bir tweet atmazsanız, bir post bile paylaşmazsanız, YouTube kanalınızdan sağlam bir cümle kurmazsanız sizi meslek büyüklüğünden bunaklığa terfi ettirebilirler.
Mesela 24 Temmuz sansürün kaldırılmasının yıldönümü olarak bilinir.
O gün devlet ricalinden pek çok sahte açıklamalar gelir. Kimi çakma gazeteci örgütleri sansürün kaldırılmasının anlam ve önemine binaen açıklamalar yapmaktan geri durmazlar.
Ama herkes bilir ki, bu ülkede sansür kimi zaman şekil değiştirse de asla gündemden çıkmadı.
Evin büyüğü misali, başköşeye kurulup otoritesini hissettirmeyi de hiçbir dönem ihmal etmedi.
Bazen gelen bir telefonla, bazen savcılık davetiyle, bazen polis baskınıyla, bazen çalıştığınız kurumun kapısına vurulan kilitle, bazen mesai arkadaşınızın demir parmaklıkların ardında zorunlu ikametgaha tabi tutulmasıyla, bazen de bir kurşun, bir SİHA ya da demir çubuk ve sopalarla… Sansür denilen zıkkım, mekânın asıl sahibi olduğunu hep anımsattı.
Bazen o kadar sık kendisini anımsattı ki, bir süre sonra anımsatmasına bile gerek kalmadan, muktedirin gönlünden geçen kendiliğinden oluverdi.
Yani sansür kılık değiştirip bizzat beyinlere yerleşti ve o talimat vermeden, sadece dedikleri değil, deme ihtimali olanlar bile yapıldığı oldu.
Mesela 3 Mayıs, dünya basın özgürlüğü günü olarak yıllardan beri kutlanır.
3 Mayıs’ın 1993 yılında Birleşmiş Milletler’in kararı ile basın özgürlüğü günü olarak ilan edilmesinin arka planında, Güney Afrika’daki ırkçı beyaz azınlık rejimi başta olmak üzere Afrika’daki tüm otoriter devletlerin basına yönelik vahşi uygulamalarına karşı verilen mücadele yatıyordu.
Bu mücadelenin sahipleri ise “gerilla daktilolar” diye tanınan bir grup Afrikalı gazeteciydi.
Bu gazetecilere gerilla tanımı yakışıyordu elbette ama ellerinde silah yoktu.
Sansüre, baskıya boyun eğmemişler, 1991 yılında UNESCO öncülüğünde Namibya'nın başkentinde düzenlenen seminere katılmışlar ve "Windhoek Deklarasyonu" olarak bilinen bildiriyi imzalamışlardı.
Bu bildirgenin içeriği, Afrika kıtası için bağımsız bir basın talebinden de öte güçlü bir özgürlük haykırışıydı.
İşte Namibya’dan yükselen bu ses, 3 Mayıs’ın Dünya Basın Özgürlüğü günü olarak kabul edilip kutlanmasının temelini oluşturdu.
Ama tıpkı Türkiye’de sansürün kaldırılmasının kutlanması gibi, dünyada da basın özgürlüğü gününün kutlanması, gazetecilerin ağzında hep kekremsi bir tat bıraktı.
Çünkü basın özgürlüğü Birleşmiş Milletler kararına rağmen her zaman kuşatma altında kaldı.
Bu, öncelikle medyanın, tekelci sermayenin elinde kullanışlı bir oyuncak haline dönüşmüş olmasından ötürü........
© Bianet
