Toroslar'dan Sinemaya: Cüneyt Faruk Arkın'ın Yolculuğu

Cüneyt Faruk Arkın, Adana’nın sıcak topraklarında madencilik ve ormancılıkla geçen yıllarda, sinemaya olan tutkusuyla dolu bir adamın hikayesini anlatıyor. O, ormancılıktan oyunculuğa ve yönetmenliğe uzanan bir serüven yaşadı. Yıllarca kaleme aldığı senaryoları pazarlamak ve sinema dünyasında adını duyurmak için çıktığı yolculuk, Toroslar’ın Cüneyt Faruk Arkın’ın serüveni olarak karşımıza çıkıyor. İşte, Toroslar’ın zirvesinden İstanbul’a ve sinemaya uzanan bu zorlu yolculuğu, yönetmenin kendi ağzından dinleyelim:

Adana’da yaşıyordum, mesleğim madencilik ve ormancılık alanlarındaydı. Ama sinema sevgisiyle doluydum küçüklükten bu yana. Yığınla senaryo yazmıştım. Bunları pazarlamak ve sektöre adım atmak istiyordum. Kurtlar Vadisi vesile oldu buna.

Dizinin kast direktörü Hacı Yılmaz’a senaryo yazdığımı söylemiştim, elime yazmış olduğum 50 senaryomdan birini sıkıştırıp İstanbul’un yolunu tuttum. Ben Adana’dan gelmişim, dedim kendisine. Senaryomu verdiğimde, Yılmaz çok da önemsemez gibi yaptı, alıp masaya attı. O anda kafamda şimşekler çaktı. Senaryomu geri aldım ve gitmeye kalktım. Yılmaz farkına vardı ve kolumdan çekti. Kusura bakma, bir yanlış oldu. Bir çay içelim birlikte, dedi. Gönlümü aldı ve oturduk çayımızı içtik.

Sonra birlikte diziyi çektikleri yere gittik. İkindi sularıydı. Final sahnesi çekiliyor ama sete getirilen oyuncu oynayamıyor, yapamıyordu bir türlü. Yönetmen Alican Gebeş dellenmişti. Gece olmuştu. On ikiye geliyordu. O saatte yeni oyuncu bulup, çekime getirmeleri imkansızdı. Yılmaz bana, Oynar mısın bu rolü, dedi. Ben de olur dedim. Altı saat boyunca olan biteni izlemiş, her şeyi ezberlemiştim.

Yönetmen tek çekimde bitirdi işi, hayran kalmıştı bana. Sen daha önce oyunculuk yaptın mı, diye sordu. Hayır, yapmadım, dedim. Dizi Cumartesi günleri Kanal D’de oynuyordu.

İstanbul’daki işlerim bitmişti Adana’ya dönecektim. Kadıköy’e gitmiştim, dört genç yanıma yanaştı. Abi, dün seni Kurtlar Vadisi’nde izledik, şahaneydin valla. Bir imza verir misin, dediler. Benim çok hoşuma gitmişti bu. Tamam dedim, gönül indirdim, bastım imzamı.

Hacı Yılmaz’ı aradım, Ne kadar setiniz varsa beni gönderin, dedim. İçime sinema virüsü bulaştırdınız, dedim. Oyuncu olmaya karar vermiştim. Böylece 20 gün İstanbul’da kaldım. Yaklaşık 60 dizi setine gittim. Günde 2-3 rol oynuyordum. Yorulmuyordum, içimde bir Rambo ateşi doğmuştu. Sosyal medyada paylaşımlarımı da yapıyordum. Toroslar’ın Cüneyt Arkın’ı diyorlardı bana, koltuklarım kabarıyordu, gururlanıyordum. Oyunculuk böyleymiş diyordum işin mutfağında.

Osman Sınav’la 90 bölüm çalışmak, Orhan Oğuz’un çektiği Arka Sokaklar’da oynamak çok şey katmıştı bana. Ama gönlümde artık kamera arkasında olmak, yönetmenlik yatıyordu. Bu duygularla Adana’ya gittim, orada nasıl filmler yapabiliriz diye çalışmalara başladım. Ekibimi kurdum. İyi işler yapmak arzusundaydım. Ama mali destek bulamadım ne yazık ki!

Ekibimde yer alan Faruk Entelli bu işleri daha önce profesyonelce yapmıştı. Mehmet Kaçıran gurubun bir başka üyesiydi. Kamera ve ışık gereksinmelerimizi sağladık zar zor. Bir de çekim sonrası işlemler için küçük bir bütçe edindik. Böylece ilk filmimi çekmeye koyuldum. Yeri geldi, kamerayı omzuma aldım, ışığı kendim kurdum. Dağlardaki bütün sahneleri kendim çektim. Yeri geldi, oyuncularımın yemeklerini de ben hazırladım. Çekim başında 94 kiloydum, sonunda ise 83 kiloya düşmüştüm. Altı ay boyunca ter dökmüştük bitirmek için.

Çekimler bittiğinde, Bu filmi kim izleyecek, gibi karalamalar oldu, moralim bozuldu. Belki mali destek görmemiştim, ama filmi gösterime koymaya kararlıydım. Kurguyu Esat Şekeroğlu’na yaptırdım. Gel yanıma, sana yardıma her zaman........

© Başkent'te Karar