Mükemmeliyetçilik… Birçoklarının hayalini süsleyen, ama çoğu zaman kabusa dönüşen o baş döndürücü kavram. Neden bu kadar çaba sarf ediyoruz? Yeterince iyi olmaktansa mükemmel olmayı neden bu denli önceliklendiriyoruz? Mükemmeli yakalamak, bize özgürlüğü mü getirecek, yoksa daha derin bir hapsoluşu mu? Sürekli bir baskı, bir koşuşturma; adeta bir labirentin içinde kaybolmuşuz, çıkış yolunu ararken. O mükemmel hedefe ulaşmak için kendimizi harcarken, aslında içimizdeki sesi bastırıyor muyuz? Yüreğimizdeki kaygıların yankısı, zihnimizde dönen düşünceler; bu çelişki, bu içsel çatışma, hayata bakışımızı ne denli etkiliyor? Mükemmel olmak için verdiğimiz savaş, ruhumuzun derinliklerindeki yaraları açığa çıkarırken, belki de asıl hedefimiz; yaşamak, hissetmek ve yeterince iyi olmaktan geçiyor.
Sevgili okur, şimdi mükemmeliyetçilik dediğimiz tuzağın derinliklerine dalalım. Bu kavram, bir yanda azmin sembolü olarak parıldarken, diğer yanda insan ruhunun çürümüşlüğünün en çarpıcı örneklerinden birini sergiliyor. Hayatın bizden beklediği bir mükemmellik ideali var; ama bu ideali........