Güzel şeyleri sadece işlevselliklerinden değil, özlerinde veya görünüşlerinde bulundukları için seviyoruz diyebiliriz. Güzel düşünmek, yalnızca bir fikri ifade etmek veya bilgi aramaktan daha fazlasıdır; bu, sonsuz bir arzudur.
Güzelliğin ne olduğunu tanımlamak, düşünürlerin binlerce yıldır uğraştığı karmaşık bir zorlukla yüzleşmeleri anlamına geliyor. Platon için güzellik, iyilik ve doğrulukla eşdeğerdi; Rönesans döneminde uyum ve dengeyle ilişkilendiriliyordu. Günümüz dünyasında, bu sorular hala çok anlamlı çünkü güzellik arayışı, çağımızın sorunlarına karşı bir savunma olabilir.
Güzellik, kişiyi teslim alır, teselli eder ve rahatsız eder; kutsal ve dünyevi bir niteliktir. Nesnelerle ve soyut fikirlerle, doğa ve sanat eserleriyle, hayvanlar ve insanlarla, niteliklerle ve sözcüklerle hatta hastalıklar ve ölümlerle ilgilidir. Bu kadar farklı kategorilerde aynı özelliğin nasıl sunulabildiği gerçekten hayret vericidir. Güzellik, zorunluluk veya hayatta kalma alanına ait değildir.
Peki, "güzellik" dediğimiz şey nedir?
Belki de Augustinus'un zamanla ilgili olarak açıkladığı gibi, eğer bize sorulmazsa onu biliyoruz, ancak açıklanması gerekiyorsa bilmiyoruz. Diyelim ki bir kişi, doğanın içinde dolaşırken bir manzara görür ve bu manzara onda bir hayranlık duygusu uyandırır. Bu manzara, dağların görkemi, gökyüzünün mavisini yansıtan göl ve çevresindeki yeşilliklerle dolu bir tabiat parçası olabilir. İzleyici bu manzarayı görünce içinde bir tür estetik haz oluşur. Bu haz, bir tür güzellik algısıyla ilişkilidir. Augustinus'a göre, bu izleyici eğer bu güzel manzara hakkında hiçbir soru sormazsa, yani neden bu manzara onda bu duyguyu uyandırdığını düşünmez veya açıklamasını aramazsa, o zaman bu güzelliği içinde doğal olarak hisseder. Ancak, bu kişiye bu manzaranın neden güzel olduğuyla ilgili bir soru sorulduğunda veya açıklaması istendiğinde, o zaman bu kişi bu güzelliği tam olarak açıklayamaz veya tanımlayamaz. İşte burada........