Sosyal medya fenomenleri genellikle en son ipuçlarını, hayatta 'şanslı insan' tutumunu ve her türlü zorluğun üstesinden gelme kahraman hikayelerini vurgulayarak, idealize edilmiş bir pozitif psikoloji versiyonunu teşvik ederler. Bu tasvirler genellikle takipçileri için hedeflenmesi gereken ideal pozitiflik normlarının bir referans noktası haline gelir. Ancak bu idealize edilmiş pozitiflik normlarını benimseyenler, hayatın kaçınılmaz zorluklarına (ölüm, iş kaybı, pandemiler veya ilişki başarısızlıkları gibi) doğal tepkilerini yanlış olarak görmeye başlayabilirler. Bu da duygusal kaçınma alışkanlıkları geliştirme riski taşır: zorlu düşünceleri ve duyguları sürekli olarak inkâr etme, bastırma veya bunlardan kaçınma.
Elbette ki, güncel hayatın içinde bir toplantıda zor anları aşmak için pozitif bir tavır sergilemek veya anlık güçlükleri olumlu bir şekilde yeniden yorumlamak önemlidir. Ancak zamanla, her birimizin çözülmemiş sorunlarımızla ve içsel mücadelelerimizle yüzleşmemiz gerektiğini anlamak hayati önem taşır. Bu dengeyi bulmak, pozitiflik ile gerçekçilik arasında sağlıklı bir bağlantı kurarak duygusal sağlığımızı korumamıza yardımcı olabilir. Zorlukları kabul etmek ve onlarla yüzleşmek, kişisel gelişimimizi destekler ve içsel olarak büyümeye katkı sağlar. Kaçınma, içsel deneyimlerimizden kaçınmamız gerektiğini düşündürerek 'kötü' olarak etiketlenen duyguları bastırmamıza veya inkâr etmemize yol açabilir. Ancak içsel deneyimlerimizden kaçınmak kolay bir çözüm değildir. Örneğin, bir mor fil düşünmemeye çalıştığınızı düşünün; bu deneyler, insanların bu tür çabaları sırasında aslında daha fazla düşündüklerini göstermiştir. Carl Jung'un ifadesi olan 'direndiğiniz şey, sizi takip eder' düşüncesi bunu doğrular niteliktedir.
Belirli düşünceleri veya duyguları 'iyi' veya 'kötü' olarak etiketlemek, kendi kendimizi yargılamamıza ve gereksiz günahlar için kefaret döngüsü oluşturmamıza yol açabilir. Örneğin, bir düşüncenin 'kötü' olduğuna inanıyorsanız, bu sizin ahlaki kurallarınıza uymadığı için suçlu hissetmenize........