Her şey Prometheus’un ateşi tanrılardan alıp insanlara vermesiyle başladı. Dünya’daki diğer türlerden farklı olduğunu kalın korteksi sayesinde anladı. Düşünebiliyordu. Birtakım keşifler, icatlarla hayatta kaldı, dünyaya sımsıkı tutundu. Yaşam mücadelesinde karşısına çıkan sorunlara çoğunlukla keşifler ya da icatlarla çözüm üretti. Ateşten buharlı gemiye, oradan fabrikaya, telefondan bilgisayara kadar uzanan bu sürece bugün bir de yapay zekâ eklendi. Neredeyse insan için var oluşun tek anahtarı sadece “teknoloji!”
Dünya, yirmi birinci yüzyılda bambaşka bir yere evriliyor. Bugün, insan ile teknoloji arasındaki sınırların nerede başlayıp nerede bittiği kestirilemiyor. Sansasyonel bir korku ya da distopik bir yaklaşım gibi gelse de “İnsanın sonu mu geliyor?” düşüncesi, hepimizin kafasının bir yerinde öylece dururken bir yandan da “dünyanın hakimiyim” duygusu ağır basıyor.
Bir zamanlar, dijital kültüre hapsolmuş Neo Matrix filminde yarattığı bağın içinde, var oluşunu konumlandırmaya çalışıyordu. Şimdilerde bu arayış bitti, kendini dünyanın merkezinde gören insan, bu gücün sarhoşluğuyla kendinden geçmiş oradan oraya saldırıyor.
Her Şey Orta Çağ’da Başladı
Avrupa’da on beş, on altıncı yüzyıllarda kilisenin kuralları her şeyin üzerindeydi. İnsana dair her şey, dini kurumlarla belirleniyordu. Bu yapının yozlaşmasının anlaşılmasıyla din, insan üzerindeki etkisini yitirmeye başladı. Rönesans, Reform hareketleriyle yenilikçi bir algının kapıları açıldı. Elbette bu hareketlerin insanlığın gelişimi için etkileri yok sayılamaz ama başka bir açıdan değerlendirildiğinde de önümüze bambaşka bir tablo çıkmaktadır.
Avrupa’nın bu yüzyıllardaki yeni dünyasında insan, kilisenin anlattığı gibi doğuştan günahkâr değildi. Kendisine........