Dünyada Türk İmajı ve Merkez-Çevre Dikotomisi Bağlamında Kültür Emperyalizmi Üzerine Düşünceler

Geçmişten günümüze Türklerin dünya kamuoyundaki imajında genel olarak pejoratif anlamlar vardır. Türklerin Haçlı orduları ile karşılaşması ve neticesinde Haçlılara karşı zaferler kazanması Avrupalıların bakış açısında Türkler’e olumsuz imgeler yüklenmesine yol açmıştır. Ancak Kanuni Sultan Süleyman döneminde Batılı tüccarlara tanınan ticari imtiyazlar ile Batılılar Türkleri yakından tanıma imkânı elde etmişlerdir. Bu proseste Batılı seyyahların çalışmalarında Türklere yönelik olumlu söylemlerinde olduğu görülmektedir. Günümüzde Avrupalıların Doğulu halklara sosyal Darwinist anlayışları devam etmektedir. Örneğin; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Avrupa Birliği’ne girememesinin en önemli sebeplerinden birisi de Avrupalıların Türklere karşı takındığı önyargılı tutumların olduğu da bilinmektedir. Kültür emperyalizmi ise 1960’lı yıllarda ortaya çıkan bir kavramdır. Günümüzde sosyal medya ve sinema aracılığıyla Türk toplumu Amerikanlaşma sürecine girmiştir. Soğuk Savaş döneminde kültür emperyalizmi sürecinde en büyük tehdit olarak “komünizm” görülürken, şimdiki süreçte Amerikan hegemonyasının güdümünde popüler kültür insanları mankurtlaştırmaktadır. Çalışmanın amacı; Türk imajının dünyada nasıl algılandığı ve merkez-çevre uzlaşmaz çelişkisi içerisinde kültür emperyalizminin Türk toplumuna yansımalarını ortaya koyabilmektir. Çalışmadaki hedef; Türk toplumunun “Milli Şuur” çerçevesinde hareket ederek öz kültürüne sahip çıkması gerektiğini anlatabilmektir. Yöntemsel olarak yerli ve yabancı kaynaklardan faydalanarak popüler kültür sorunsalının tezahürleri araştırılmıştır.

Kültür kelimesinin ortaya çıkışı ile ilgili görüşler kelimenin tarım ile ilgili kök anlamı üzerinde birleşmektedir. Dilbilimciler “kültür” sözcüğünün Latincede toprak kültürü anlamında kullanılan “edere-cultura” sözcüğünden geldiğini belirtmişlerdir. Kültür kelimesi 15. yüzyılda İngilizceye “culture” olarak geçmiştir. 16. yüzyıldan itibaren kültür kelimesi insan gelişimini alacak şekilde genişletilmiştir. Kimi yazılarda bu kelimeyi insanı da kapsayacak şekilde genişleten ilk filozoflar “Cicero ve Horatius” olduğu belirtilmiştir. Kültür kelimesi İngiliz ve Fransız dilinde uygarlık olarak kullanılmaktadır (Oğuz, 2010: 15-17).

Milletlerin ortaya çıkışında ve varlıklarının devamında en önemli faktörün kültür olduğu söylenebilir. Kültür, milletler arasında farklılıkları belirleyen ve milletleri millet yapan bir olgudur. Her milletin kültürü kendine özgüdür. Dil, din, örf-adet ve davranışlar milletlerin kaynaşması neticesinde kültürü meydana getirir. Ziya Gökalp bu özelliği : “Bir cemiyetin fertlerini birbirine bağlayan yâni aralarındaki tesanüdü husule getiren müesseseler harsî müesseselerdir. Bu müesseselerin mecmuu, o cemiyetin harsını teşkil eder” (Gökalp, 1918; Çay, 1986: 49-66) şeklinde belirttikten sonra başka bir yazısında da şöyle demektedir: “Hars yalnız bir milletin dinî, ahlâkî, hukukî muakalevî, bediî, lisanî, İktisadî ve fennî hayatlarının' ahenkdâr bir mecmuasıdır” (Çay, 1986: 49-66). Gökalp’ten bu yana medeniyet ve kültürün farklı olduğu belirtilmektedir. Kültürün milletlerarası değer kazanması ait oldukları toplumun medeni unsurlarını teşkil etmektedir. Örneğin; Batı medeniyeti, Roma Hukuku, Hristiyanlık ve müsbet ilimlerden ibarettir. Medeniyet zümresinde yer alan her milletin kendine özgü bir kültürü vardır. Fransızlar, İngilizler ve Almanlar ayrı kültürleri temsil etmektedirler. Aynı şekilde Arap, Türk ve Farslar’da farklı kültürü ihtiva etmektedirler (Çay, 1986: 49-66). Başka bir ifade ile medeniyet kavramı evrensel bir olgu iken kültür, makro ölçekte yerlidir.

Her toplumun medeniyetler tarihinde kendine özgü imajı vardır. Örneğin; Türklerin dünyada oluşturduğu imajı her dönem farklılık göstermiştir. Bu imajın oluşturduğu algı, kuşaktan kuşağa aktarılarak toplumların hafızasına kazınmıştır. Üretilen önyargılar ötekileştirme ve ırkçılığı da beraberinde getirmiştir. Avrupalılar kendi kimliklerini tanımlamak için ötekiye ihtiyaç duymuştur. Tarihsel öteki ise her zaman “Doğu” olmuştur (Eravcı, 2010: 17-18; Mertoğlu, 2021: 609-629). Avrupa merkezcilik Batı’ya ait bütün değerleri diğer milletlerin değer yargılarından üstün görme düşüncesidir. Avrupa merkezcilik aynı zamanda kendi içerisinde etnomerkezciliği de barındırmaktadır. Etnomerkezcilik ırkçı bir düşünce yapısıdır. Avrupa merkezcilik Rönesans ile başlamıştır. Rönesans kapitalizmin tarihsel köklerini oluşturur. Kapitalizm Batı’da doğmuştur. Kapitalizmin Doğu’da gelişmemesinin sebebinin Doğu’da devletin güçlü olmasından kaynaklandığı söylenebilir (Mertoğlu, 2021: 609-629). Avrupa merkezci düşüncenin gelişimini 11. yüzyıla kadar götürülebilir. Türklerin 1071 Malzgirt Savaşı’nın kazanması, Haçlı Savaşlarında Türklerin Müslümanlığın koruyuculuğu üstlenmesi ve İstanbul’un fethedilmesiyle başlayan süreçte Avrupalılar Türklere yönelik pejoratif imgeler kullanmışlardır. Ancak II. Viyana Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin uğradığı büyük yenilgi sonrası Avrupalılar Türklere yönelik küçümseyici ifadeler kullanmaya başlamışlardır. (Mertoğlu, 2021: 609-629). Bu yaklaşım İstiklâl Savaşı’na kadar devam etmiştir.

Erol Güngör, Batı’nın Türklere yönelik olumsuz tutumlarına rağmen ülkemizin Batı merkezli modernleşme çalışmalarına eleştiriler getirmiştir. Güngör’e göre; Türkiye modernleşme çabalarını yeniden gözden geçirmelidir. Yeniden öze dönüş olmalıdır. Türk medeniyeti kendine özgü kültürü olan bir millettir (Güngör, 1984: 143-144). Güngör kültür ve modernleşme konularına milliyetçi bir bakış açısı ile yaklaşan aydınlarımızdandır.

Kültür emperyalizmi kavramının tarihsel kökleri 1960’lı yıllara dayanmaktadır. 1960’lı yıllara kadar birkaç yerli yazarın haricinde bu kavram kullanılmamaktaydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra az gelişmiş ülkelerin bağımsızlıklarını yeniden kazanması ile birlikte kültür emperyalizmi kavramı farklı bir retorik kazanmıştır. Milliyetçi-muhafazakâr kesimde kültür emperyalizmine karşı koyacak unsur olarak “Milli kültür” görülürken, İslâmcı cenahta “din” ön plana çıkmıştır. Sol ise kültür emperyalizmini kapitalist sömürünün bir varyantı olarak değerlendirmiş ve kültür emperyalizmine karşı çıkmayı kapitalizme karşı çıkmakla eşdeğer görmüştür (Çelik, 2021: 629-675). Milliyetçi-mukaddesatçı çevreler meseleye kültürel açıdan yaklaşırken, sol kesim meseleyi sistemsel açıdan değerlendirmektedir.

Nitekim başka kültür, din ve törelerin istilâsı ile yok olarak silinmiş milletler ve kaybedilmiş vatanlar çoktur: Asuriler, Frigyalılar, Normanlar, Hunlar, Urartular, Berberiler ve Hititler. Bu milletler fiili güçle değil, başka kültürlerin sömürgesi altına girerek yok olmuşlardır. Bu milletler milli kültürleri konusunda mesela Yunanlılar, İranlılar, Museviler kadar hassas olmadıkları için çökmüşlerdir. Buna karşın Yunan, İran, Mısır kavimleri tarih boyunca Romanın, İskenderin, Barbarların, Hristiyanlığın, İslamlığın, Türklüğün istilalarına maruz kalmış ama milli kültür şahsiyeti denilen “hars”larına bağlı kaldıkları için yok olmamışlardır (Kabaklı, 1975: 18). Gökalp’in tabriyle “hars” yani milli kültür toplumları birbirinden farklı kılan yegâne özelliklerden birisidir

Yazıda öncelikle kültür-kişilik ilişkisi, çok-kültürlülük ve Türklerin medeniyete katkılarına değinildikten sonra dünyadaki milletlerin Türkleri nasıl algıladığına, kültür emperyalizminin topluma yönelik sosyo-ekonomik zararlarına vurgu yapılacaktır.

Kültür-kişilik konusunda ilk yayın yapan M. Mead idi. Kültür incelemelerinin psikolojik özelliklere göre yapılabileceğini savunan R. Benedict kültürlerin etnografyasında psikolojiye yer verir. Benedict, Freud’un Derinlik Psikolojisinden çok geçen yüzyılın klasik psikolojisine daha yatkındır. Ona göre; her kültürün kendine özgü amaç ve motivasyonları vardır. Kültürler kendi amaçlarına uygun davranış kalıplarını seçerler. Kültürler amaçlarına göre seçtikleri davranışlarla bir bütün oluştururlar. Kültürler benzer kurum ve kuruluşlara sahip olsalar da birbirlerine benzemeyebilirler. Kültürün kapsadığı alan her kültürde farklıdır. Kültürde davranışların incelenmesi ile kültür-kişilik analizi yapılabilir. Yeni Freudçular’dan E. Fromm, Kardiner ve Erickson ise kültürü, toplumun çoğu üyelerinin ortaklaşa paylaştığı karakter yapısının özü olarak değerlendirirler (Emiroğlu, 1977: 103-116). Yani kültür, toplumların davranış kalıplarını içermektedir.

Kültür insana has bir tecrübe olarak evrensel bir olgu olmasına rağmen, kültür yöreye göre değişebilen bir olgudur. Kültür insanın davranışlarını şekillendirir ama bireyler nadiren bunun farkındadır. Kültür istikrarlıdır, ayrıca dinamik olmasından dolayı daimi değişim halindedir. En genel anlamıyla kültür, hayat tarzıdır. Kültürlenme sürecinde adet ve gelenekler başrol oynamaktadır. Bu bakımdan kültür sosyal bir mirastır da denilebilir. Her millette kendine özgü temel davranış kalıpları vardır. Öte yandan kültürler değişime uğrayabilir. Bu kendiliğinden, yayılma veya kültürleşme olabildiği gibi, zorlama, planlı veya güdümlü de olabilir (Erdentuğ, 1986: 229-246). Örneğin; Amerikan Devletinin popüler kültür vasıtasıyla toplumları değişime uğratması planlı yayılma olarak değerlendirilebilir.

Benzer coğrafi şartlarda yaşayan insan topluluklarının varlıklarını sürdürebilmek için benzer çözümler bulmaları ve benzer adet ve görenekler benimsemeleri mümkündür. Bu belli bir coğrafik alanda ortak kültür mirası oluşturma da denilebilir. Kültür kalıplarının bazı coğrafyalarda benzerlikler göstermesi ortak özelliklere sahip olmasından dolayı bir kültür alanı olarak görmek gerekebilir. Bu kültür alanı, genellikle idari ve politik sınırları aşabilir. Kültür alanı çalışmalarında, kültür alanlarının sınırları belli değildir. Kişiye göre değişmektedir (Erdentuğ, 1986: 229-246). Örneğin; Türk kültürü’nün ana kaynağının Orta Asya olduğu bilinmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nde günümüzde varlığını sürdüren “Türkiye kültürü”nde dört köken, dörtlü bir bileşke vardır. “1- Özgün Türk kültürü (Orta Asya),2- İslam kültürü (Arap-İran), 3- Anadolu yerli kültürleri, 4- Batı (Avrupa) kültürü.” Tarihin akışı içerisinde coğrafyanın belirlediği bu gerçekler karşısında Türklerin evrensel kültürünü Türk-İslam sentezi olarak indirgemek bilimsel bir yaklaşım değildir (Turan, 2000: 54). Turan’ın bahsetmek istediği Türk kültürünün bir mozaik olduğudur. Yani belli bir kalıba sokulamayacak kadar evrenseldir.

Kültür kavramını dört farklı açıdan yorumlayabiliriz: “1-Kültür, bir toplumun ya da bütün toplumların birikimli uygarlığıdır. 2. Kültür, belli bir toplumun kendisidir. 3. Kültür, bir dizi sosyal süreçlerin bileşkesidir. 4. Kültür, bir insan ve toplum kuramıdır.” (Çüçen, 2005: 111-115; Güvenç, 1974: 95) Evrensel değerleri içeren bilim ve teknoloji medeniyeti oluşturur. Üst kültür ile alt kültür her zaman bir ilişkiye girmektedir. Bu ilişki her zaman eşit ilişki değildir. Çünkü üst kültür her zaman alt kültürü değişime zorlamaktadır. Böylece merkez ve çevre arasında çatışma yaşanmaktadır. Evrensel kültür/uygarlık insanların yarattığı evrensel değerlerdir. Bilim, sanat, teknoloji bunlara örnek olarak gösterilebilir. Ulusal kültür ise bir milleti başkalarından ayıran etmenlerdir. Yerel........

© Aydınlık