Türk romanına tarihselliğin baskısı |
Güzin Dino’ya göre, “Türk romanı hem geç doğmuştur hem de aceleye gelmiştir. Roman türüne ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında yaklaşılmıştır. Batı romanının çeşitli tarihsel süreçler içindeki yavaş oluşumu ile Türk romanının doğuş ortamı arasında hiçbir benzerlik yoktur.”
Güzin Dino’nun “Türk romanı hem geç doğmuştur hem de aceleye gelmiştir” saptaması, estetik bir yetersizliği değil tarihsel bir sıkışmayı açıklıyor. Buradaki gecikme, yalnızca takvimsel bir gecikmeye işaret etmiyor; romanın Batı’da yüzyıllara yayılan toplumsal ve düşünsel bir birikimin ürünü olarak ortaya çıkmasına karşılık bizde böylesi bir birikimin henüz oluşmamış olması anlatılıyor. Feodalizmin çözülmesi, burjuvazinin yükselişi, bireyin özneleşmesi, okur kitlesinin genişlemesi gibi uzun erimli süreçlerin ürünü olan roman, Batı’da toplumsal deneyimin içinden süzülerek yavaş yavaş biçim kazandı. Bizim tarihimiz bağlamında ise roman, böylesi bir tarihsel mayalanmanın ürünü olarak değil, dışsal bir örnek olarak ve çoğu zaman hazır bir kalıp hâlinde benimsendi; bu nedenle doğuşu, kendi iç gelişimini yaşayabileceği bir zamansallıktan çok, hız ve telafi baskısı altında gerçekleşti.
Acele sözcünün anlamı, hız ve telafi baskısı altında anlaşılabilir. Türk romanı, kendi iç dinamikleriyle evrilme fırsatı bulamadan, doğar doğmaz ağır bir işlevle yüklendi. Toplumu dönüştürme, eğitme, yönlendirme görevi, romanın estetik serbestliğini baştan sınırladı. Tür, bir anlatı imkânı olmaktan çok, “modernleşme” hamlesinin araçlarından biri olarak görüldü; romanın kendi türsel doğasının yeşermesine, kendi biçimsel sorunlarını denemesine yeterince alan tanınamadı. Bu nedenle Türk romanının erken örneklerinde sıkça karşılaşılan........