II. Abdülhamit ve Erdoğan |
Bu makale, Sultan II. Abdülhamit’in (1876–1909) politikaları ile çağdaş Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın politikaları arasında akademik bir karşılaştırma sunmayı amaçlamaktadır. Karşılaştırma, birbiriyle bağlantılı üç eksen üzerinden yürütülmektedir: Uluslararası dengelerin yönetimi, iktidar tarzındaki kişisel ve davranışsal benzerlikler ve İslam’ın bir siyasal araç olarak kullanılması. Analizin odağında, her iki deneyimde de bu politikaların merkezi sahnesi olan Suriye ve Biladü’ş-Şam (Şam Coğrafyası) yer almaktadır. Bu karşılaştırma ne yargılayıcı ne de yücelticidir; aksine, siyasal tarihte tekrarlanan kalıpları ve zamanlar farklı olsa da benzer tercihlerle benzer sonuçlara nasıl varıldığını anlamaya yönelik bir çabadır.
II. Abdülhamit, Britanya, Rusya, Fransa ve Almanya gibi yükselen emperyalist güçlerin belirlediği bir dünyayla karşı karşıyaydı. 1877-1878 Osmanlı–Rus Savaşı’ndaki ağır yenilgi ve ardından gelen San Stefano Antlaşması ile Berlin Kongresi sonrasında, doğrudan çatışmanın artık mümkün olmadığını fark etti. Bu nedenle çöküşü geciktirmeyi amaçlayan bir denge politikası benimsedi. Herhangi bir gücün Osmanlı Devleti üzerinde tek başına hâkimiyet kurmasını engellemeye çalıştı. Daha az düşmanca gördüğü yükselen bir güç olarak Almanya’ya yaklaştı. Britanya ve Fransa’yı sınırlı tavizlerle dengelemeye çalıştı. Avrupa’nın, Rusya’nın boğazlara ve sıcak denizlere inmesinden duyduğu korkuyu kullandı. Bu politika, özünde sürdürülebilir bir iç güç inşa etmekten ziyade zaman kazanma girişimiydi.
Buna karşılık Erdoğan, çok kutuplu bir uluslararası sistemde hareket etmekte ve benzer bir mantık izlemektedir: NATO içinde kalırken Rusya’dan S-400 satın almak, Suriye’de Moskova ile koordinasyon yürütürken Ukrayna’yı desteklemek, mülteci kartını Avrupa’ya karşı bir baskı aracı olarak kullanmak, enerji dosyası ve Doğu’ya açılma söylemiyle siyasi pazarlık alanını genişletmek... Her iki durumda da dış politika, istikrarlı ittifaklara değil, sürekli manevraya dayanmaktadır. Bu da stratejik güvenin birikmesi pahasına hareket alanını büyütmeyi hedefler. Rusya ile ilişkide, bu güç Osmanlı Devleti için yapısal ve tarihsel bir tehdit oluşturuyordu. II. Abdülhamit, doğrudan çatışmadan kaçınarak ve bazı toprak kayıplarını kabullenerek özellikle Anadolu ve Biladü’ş-Şam’ı elde tutmaya çalıştı.
Erdoğan ise Rusya’yı, en........