Ekonomik faaliyetlerin amacı kalkınmaktır. Kalkınmak devlet bütünlüğünün korunması için gerekli tüm şartları etkileyen, toplum ve kurumlar iş birliği aracılığıyla elde edilen ekonomik ve sosyal ilerlemelerdir.
Kalkınma, toplumun kalkınmasıdır. Bireysel kalkınma toplum kalkınması içinde bir parçadır. Türkiye’nin kalkınması hedeflerimizde köylerin kalkınması oldukça değerli bir yer tutmaktadır. Köylerimizin kalkınması için geçmiş dönemlerde yapılanlar geleceğe ışık tutmaktadır. Olumlu veya olumsuz etkileriyle devletin hafızasında yer almaktadır.
Toplum kalkınması, birçok müesseseler tarafından tanımlanmış olmakla beraber, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyinin tarifi şu şekildedir (20. rapor, 1960):
“Toplulukların ekonomik, kültürel ve sosyal şartlarını ıslah etmek, bu toplulukların millet hayatının tamamlayıcı bir unsuru haline getirmek ve milli kalkınmaya yardımcı olabilmelerini sağlamak üzere devlet teşekkülleriyle birlikte halkın gayretleri.”
Aradan geçen yıllarda kalkınma tanımının başına artık her yerde karşılaştığımız “sürdürülebilirlik” eklendi. Bu kavram son yıllarda Batı merkezlerinde oldukça “popüler” hale geldi. Sürdürülebilirlik için çeşitli tanımlamalar yapılmaktadır.
Norveçli ekonomi profesörü Geir Bjarne Asheim’in politika araştırması amacıyla Dünya Bankası için hazırladığı makalede ise şu tanımla yapılmaktadır:
“Sürdürülebilirlik, bizim neslimizin kaynak tabanını, kendimize sağladığımız ortalama yaşam kalitesinin potansiyel olarak tüm gelecek nesiller tarafından paylaşılabileceği şekilde yönetmesi gerekliliği olarak tanımlanmaktadır. ... Kalkınma, ortalama yaşam kalitesinin azalmamasını içeriyorsa sürdürülebilirdir.”
Asheim’in 1994 yılında “sürdürülebilirlik” için yaptığı tanımlamada belirtiği dünya kaynaklarının nesiller boyunca yaşam kalitesinde bir azalma yaşanmadan kullanılması gerektiği fikri aslında yeni bir anlayış değildir. Her toplum içinde kaynak kullanımında “ihtiyatlı”, “tedbirli”, “geleceği düşünen” bir anlayış bulunmaktadır.
Yüzlerce yıldır çeşitli ekonomi teorilerinde anlatılan ya da sosyoloji teorilerinin konusu olan kaynak yönetimi neden bir anda adına “sürüdürülebilirlik” vurgusuyla tekrar gündeme taşındı?
Gelişmiş ülkelerin dünya sistemi üzerindeki etkilerinin korunması ve gelişmekte olan ülkelerin kontrol altında tutulmalarına yönelik bir mekanizma devreye alındı diyebilir miyiz?
Çin’in üretim gücünün zirveye çıkması, kaliteli bir kalkınma yaşaması, Çin Komünist Partisi’nin uyguladığı modelin bir örnek olarak dikkat çekmesi ve milyarı aşan nüfusuyla askeri olarak Batı hegemonyasına meydan okuma kapasitesine ulaşması bir neden olabilir mi?
Bu sorulara başkaca stratejik yaklaşımları ekleyebiliriz. Ya da uslu........