BİR NEDEN, ONLARCA BAHANE
Uzun zaman sonra karşılaşan bazı tanıdıkların hem özlemin hem vefanın birer ifadesi olarak güler yüzlerle birbirlerine söyledikleri;
Ne zamandır görüşemiyorduk seni görmek ne güzel oldu…
Sen eskiden de böyle güler yüzlüydün…
Bir daha bu kadar uzun ara vermeyelim…
Nasılsın(lı), canım(lı), cicim(li), bir tanem(li), koçum benim(li), hiç değişmemişsin(li)…
Gibi içtenlik süsü verilmiş, hem özlemin hem de vefanın ifadesi olarak söylenen temenni ve hoş sözlerle birbirlerine iltifatta bulunmaları, karşılıklı olarak birbirlerini yüceltmeleri, ayaküstü hoş sohbet etmeleri… Ve ardından, vedalaşmalarının daha ilk saniyelerinde, sırtlarını döner dönmez birbirleri hakkında “olumsuz” düşünmeleri, aykırı konuşmaları, hayatın en basit, en sıradan, en doğal, en alışılmış, en biline ve hatta en sık tekrarlanan sahnelerinden biridir.
Böylesine yüzeysel ilişkiler, yapay samimiyetler ve menfaatin belirlediği dostluklar modern toplumun en belirgin hastalıklarından biridir. Nezaket maskesinin ardına gizlenen bu tavır; aslında bireysel zaafın, toplumsal çürümüşlüğün ve kalpteki çirkinliğin psikolojik bir tezahürüdür. Çünkü insanlar çoğu zaman samimiyetten daha çok kabul görmeyi, takdir edilmeyi, beğenilmeyi ve onaylanmayı tercih ediyor.
Her insan, kendine özgü bir düşünce, farklı bir bakış açısı ve ayrı bir yorum demektir. Bu farklılıklar, bir yönüyle fikir zenginliğini, düşünce özgürlüğünü, toplumsal uzlaşıyı, entelektüel çeşitliliği ve ortak aklı beslerken; diğer yönüyle de kaçınılmaz olarak fikri çatışmaları beraberinde getirir.
İşte bu fikri çeşitlilik ve görüş ayrılıkları, hayatın doğal dokusunun, hayatın olağan akışının ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak günümüzde bu farklılıklar zenginlik olarak değil, tehdit olarak algılanmakta; insanlar, “aynı düşünüyormuş” gibi yaparak sahte bir uyumun içinde kaybolmaktadır.
Mesela, bilhassa siyaset ve politik düzlemde “miş gibi” davranmak, yani ikiyüzlülük; bireysel bir zaafın kurumsallaşmış biçimidir.
Seçmenden adaya, adaydan partiye, partiden topluma kadar her kademeye sirayet eden bu yapay nezaket dili; aslında samimiyetin değil, menfaatin ortak paydada buluştuğu bir kurumu andırır.
Meydanlarda övülenler, kapalı kapılar ardında tehdit edilirken; kürsülerde tehdit edilenlerle ise, aynı kapılar ardında el sıkışılmakta, kol kola yürünmekte, çıkar birliğine ve menfaat ortaklığına imza atılmaktadır.
Sonuçta bütün bunlar, insanın değişen çağlara, değişen şartlara, değişen nüfus ve toplum yapısına rağmen değişmeyen yönünü gösterir: Riyakârlık, ikiyüzlülük, içten pazarlık ve menfaat kardeşliği.
***
Her şey insan(lar) içindir.
İnsan doğru ve yanlışlarıyla, eksik ve fazlalıklarıyla, günah ve sevabıyla, hata ve kusurlarıyla insandır. İnsan fıtratı icabı sosyal hayatın, toplumun, ahlakın, hukukun ve medeniyetin merkezinde olan bir varlıktır. İnsan varoluşunu yaratılışındaki kusursuzluktan değil; insani kusurlarından alır. Bunu da fıtratında, Allah’ın insanı yaratış protokolünde yani hikmetinde aramak gerekir.
İnsan yalnızca iyiliğe eğilimli değil; aynı zamanda kıskançlığıyla, nekesliğiyle, zaman zaman habis yönüyle, kötü yüzüyle ve fakat iyi alışkanlıklarıyla da insandır. Onu diğer canlılardan ayıran, karanlık yönlerini bastırabilme, hatalarını fark edip yanlışlarından ders çıkarabilme ve bunları telafi edebilme iradesini taşımasıdır.
İnsan, işte bu zıtlıkların çatışmasında olgunlaşır; hem düşer hem kalkar, hem yanılır hem öğrenir. Belki de en büyük erdemi, kusurlarının farkında olarak iyiliğe, güzelliğe ve doğru olana yönelme gayretinde saklıdır; ama ne var ki bunu çok azı başarır.
Sonuçta insan, etten ve kemikten yaratılmış, üzerine ten ve deri giydirilmiş bir varlıktır; fakat ruhuyla, aklıyla, kalbiyle, düşünme kapasitesi ve iradesiyle kendini bulan bir varlıktır…
***
Hayat uzun, ince bir yol. Bu yolculukta ne yaparsak yapalım, herkesin bizi sevmesini, desteklemesini, tarafımızı tutmasını, yanımızda durmasını beklemek ve bunu umut etmek kendi kendimize vereceğimiz en büyük zarar olur. İnsanların bir kısmı bizi yüceltirken, bir kısmı da yerden yere vurur. Kimileri başarımızla gurur duyarken, kimileri bu başarımızı hafife alır, alay eder, küçümser, ilerlememizi istemez, engel olur.
Bir şeyi beğenip beğenmemesi, kabul edip etmemesi insan fıtratının yaratılış protokolünden doğan, kaçınılmaz ve beklenen bir sonucudur. İnsan, seçim yapabilme yeteneğiyle donatılmış bir varlıktır; ruhu, aklı, kalbi ve iradesi, doğruyu yanlıştan ayırmasına, güzeli çirkinden seçmesine imkân tanır. İşte bu yüzden beğeni ve tercih, yalnızca duygusal bir tepki değil; insan fıtratının, ahlaki ve entelektüel yönlerini ortaya koyan bir göstergedir. Bir tercih, insanın kendini gerçekleştirme yolunda attığı bir adımdır ve bu adımlar, onun olgunlaşmasını, hatalarını fark edip ders çıkarabilmesini ve nihayetinde erdemle donanmasını........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein