menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

BİR HELALLİK ANISI

11 1
30.10.2025

Hayat, beklenmedik anlarda, bazen en sıradan ortamlarda, bazen de en olağandışı zamanlarda derin duygularla buluşturuyor insanı.

Her gün binlerce insanın gelip geçtiği cadde ve sokaklarda, alışveriş merkezlerinde, kalabalığın, telaşın ve koşuşturmanın birbirine karıştığı otobüs terminallerinde, havaalanlarında, deniz limanlarında veya bir metro istasyonunda kimlerle karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz.

Keçiören’in her zamanki o hızlı tempolu metro yolculuğuna hazırlanırken, hoş bir tesadüf eseri, yıllar öncesinden tanıdığım, Keçiören Kalaba Spor Tesisleri’nde bir dönem aynı salonda spor yaptığım Ali Rıza Akman abimle Mecidiye İstasyonu’nda karşılaştım.

Hiç beklemediğim bu planlanmamış karşılaşma, bir tesadüften daha fazlasına; kıymetli bir insan ve muhterem bir dostla günün rutininden sıyrılıp ruhumu besleyen, hatırlanmaya değer bir helalleşme vesilesine dönüştü benim için.

Diğer istasyonlara kıyasla yüzeye daha yakın konumlanmış, iki katlı Mecidiye İstasyonunda; gişelerden geçip merdivenlerden iner inmez, önümde uzanan koridorun hemen yanındaki kalın blok direklerin dibinde, parlak metal bankoda oturmuş, soğuk ve istenmeyen hava akımlarının oluşturduğu, insanı çarpan — hatta hasta eden — o cereyanın arasında trenin gelmesini beklerken, biraz geride, pandemiden kalma bir alışkanlıkla yüzünden hiç eksik etmediği maskesiyle, merdivenlerden ağır adımlarla küpeşteden destek alarak inen Ali Rıza Abi’yi gördüm.

Bana hep tanıdık gelen o bildik yürüyüşünden, yüzünü korumak için taktığı maskenin ardında gözlerinden tanıdım onu. Hepimiz biliriz ki bir insanın eşkâlini tarif ederken, yüz tanımada en belirleyici faktörlerin merkezinde yer alan gözlerin şekli, göz rengi, bakış yönü ve kaş-göz oranı gibi özellikler kişiye özgüdür ve bu yönleriyle fiziksel tanımada olduğu kadar psikolojik algılamada da oldukça önemli bir rol oynar.

Ali Rıza Abi’yi o hâliyle görünce kalbimden; “Umarım yaşadığı sağlık sorunlarını atlatmış, eski sağlığına kavuşmuş; maskeyi de sadece dış etkenlere karşı tedbir olarak takıyordur” diye geçirdim.

Tesadüflere inanır mısınız bilmiyorum, ama Mecidiye İstasyonu’ndaki bu sürpriz karşılaşma, bir bakıma o kısa geçmişin yıkılmamış hatıralarını yeniden gözümde canlandırmama, saygı, sevgi, hürmet ve muhabbetle kurduğumuz o tertemiz bağları tekrar hatırlamama vesile oldu.

Ali Rıza Abi’yi en son tarihini hatırlamadığım bir cuma namazı çıkışında, bizim Şefkat mahallesindeki Mecidiye Camii avlusunda görmüştüm. Ağır bir hastalıkla mücadele ettiğini ise daha sonra, ortak dostumuz Atilla Ilgın’la gönderdiği selamıyla öğrenmiştim.

Uzun zamandır görmediği bir dostunu karşısında bulması şaşkınlık verse de, dostluğun, arkadaşlığın, güzel hatıraların getirdiği güzel düşünceler insanın iç dünyasını hızla sarıyor. Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar geçse de; hakiki ve sahici dostlukların içinde biriktirdiği güzel duygular asla unutulmuyor.

Merdivenlerden inen Ali Rıza Abi’yi fark eder etmez elimi kaldırıp gülümsedim. Göz göze geldiğimizde, hafifçe başımı eğip yanımdaki boş bankoyu işaret ettim. Gözlerinde fark edilir bir yorgunluk vardı, ama o vakur, nazik, beyefendi duruşunu kaybetmemişti.

Trenin gelmesini beklerken eskilerden, çocuklardan, torunlardan ve özellikle de sağlık sorunları hakkında konuştuk: “Hastalığının zor olduğunu, tedavisini aksatmadığını, kontrollerine düzenli şekilde devam ettiğini, ilaçlarını periyodik olarak kullandığını, zaman zaman yorsa da onunla barışık yaşadığını” anlattı.

Ağır hastalıklar, insanı yalnızca bedenen değil, kalben ve ruhen de yıpratıyor. Ali Rıza Abi’nin gözlerine baktığımda, hastalığını kabullenmiş ama ona teslim olmamış bir insanın hep canlı ve diri tuttuğu “umudu” gördüm

Tren geldi, boş bulduğumuz koltuklardan ikisine oturduk. Mecidiye istasyonu........

© Antalya Son Haber