UZAYAN GECELER VE SONBAHAR

Son, eksikleriyle sondur. Şöyle mi demeliydim yoksa, eksikler, eksiler olmasın sakın şeyleri sona erdiren veya döngünün bir başka boyuta evrilmesi. Buradan bir selâm gönderelim, Turgay Kantürk’e “İlk Gibi Son” kitabı vesilesiyle.

Antik çağdan beri insanlık sonbaharı, hazanı, güzü hep özdeş kılmıştır ölümle. Yapraklarını döken ağaçlar, sararıp solan doğa, yaklaşan kışın habercisidir. O dönemde, antik çağda kış, mevsimlerin en zorlusudur. Soğuk, ayaz, kar, tipi, fırtına… Donmuş nehirler… Evlerde ısınmak zorların zoru. Hele pencereler, camın icat edilmediği dönemde… Pencereler küçük ve tahta kapaklı… Işık yok… Evlerde aydınlanma apayrı bir sıkıntı… Ocaklarda yakılan ateş hem ısıtan hem de aydınlatıcı, o da olduğu kadar. Ateşe yakın dursan önün ısınır, sırtın buz keser. Mum ve kandillerin icadıyla görece bir konfor gelir evlere.

Bu şartlarda bahar, ilkyaz beklenen sevgilidir artık. Doğa uyanır, güneş hem aydınlatır, ısıtır hem de. Ulaşım kolaylaşır, yolların çamuru kurumaya başlar. Eriyen karlarla ırmaklar canlanıp coşar.

Biz filmi geri sarıp da dönelim mi sonbahara? Hani şu ölümle özdeş kıldığımız mevsime… Kış uykusuna yatan hayvanları biliriz de ağaçların da kış uykusuna en erken yatanlar olduğunu hâlâ göremeyiz. Hep söylerim ya ezber bozmak zor zanaattır diye. Ağaçların suyu çekildiğinde onların kış uykusu başlamıştır. Beslenemeyen yapraklar sararıp solarak veda ederler ağaçlarına. Gazeller uçuşur güz rüzgârlarında, yağmurlarla serinleyen havalar gelen kışın habercisidir artık.

Doğa kendini gelen kışa ve ilkbahara hazırlamaktadır. Kışın çat ayazındaki dona karşı korurlar kendilerini, yoksa kim yeniden yeşerip de kutsayacaktır gelen baharı? Su borularının çetin ve yaman kışların soğuğunda donan suyun genleşmesiyle çatladığını niye hatırlayarak mukayese yapmaz ki insan aklı? Hep derim ya ezber bozmak ne zor zanaattır. Olguları mukayeseli okumak ise malum analitik düşünmenin boyutlarından biridir.

Kış ve kar iklim ikizidir doğanın. Sonbaharda tarlaya atılan tohumlar yağmurdan sonra kar yağışını beklerler. Anadolu’da kar için ekinin yorganı derler. Bahar gelende ağır-usul eriyen kar ekini besleyip büyütür.

Biz gelelim edebiyatımıza. Bu durumda da çare ustalardan el almaktır, İki Sonbahar Şiiri adlı denemesine Ahmet Hamdi Tanpınar (Cumhuriyet, 03 İkinciteşrin/Kasım 1942) şöyle başlar. “Eski şiirimizde tek bir mevsim vardır, o da bahardır. Bazı mesnevilerde ve bilhassa kaside nesiplerindeki kış ve yaz tasvirleri bir tarafa bırakılacak olursa, bu şiir tek ve yekpare bir mevsim içinde yaşardı, denebilir. Doğrusu istenirse bu biricik mevsim de itibari idi. Yani, şairlerimiz onu her zaman tabiatta olduğu gibi söylemezlerdi. O daha ziyade ruhlarda, muayyen bir estetiğin icaplarına göre açılan bir bahardı. Dilleri de bizim bugün kullandığımız lirizmin mukabili olan "şevk"in iklimi idi.”

Baki’nin Sonbahar Gazeli

“Baki'nin bir istisna gibi görünen sonbahar gazeli bile (bittabi bu adı biz veriyoruz), bu mevsimden ancak talihin cilvelerinden şikâyet çeşnisine bürünerek bahseder. Fakat manzume baştan aşağı büyük sonbahar rüzgarlarının uğultusu ile doludur:

Nam ü nişâne kalmadı fasl-ı bahardan / Düştü çemende berk-i diraht itibardan

Eşcâr-ı bağ hırka-i tecride girdiler / Bâd-ı hazan çemende el aldı çınardan

Her yâneden ayağına altun akup gelür / Eşcâr-ı bağ himmet umar cûybârdan

Sahn-ı çemende durma salınsın sabâ........

© Antalya Son Haber