“Onlara iki elçi göndermiştik de onları yalanlamışlardı. Biz de üçüncü bir kişiyle desteklemiştik. Onlar “Biz size gönderilmiş elçileriz” demişlerdi.”
Gönderilen elçi sayısı iki. İlahi görevlerine başlıyorlar. Görevleri, hakkı ve hakikati anlatmak, insanları ilahi vahye muhattap kılmak, olanı olduğu gibi aktarmak. Ve o elçiler görevlerini hakkıyla yerine getirdiler. Ancak her zaman ve her zeminde olduğu gibi kafirler yine karşı çıktılar. Elçileri yalanladılar. Kimisini de taşlayarak öldürdüler. Allah da onları üçüncü bir elçi ile destekledi.
Azgınlaşmış kafirler ile başa çıkmak kolay değildir. İnsanlara iyiliği emretmek, kötülüklerden men etmek, haramları açıklamak, yaptıklarının yanlışlığını ortaya koymak, sosyal hayatlarını düzene sokmak en zor olan işlerdir. Bundan daha zor bir işin olduğunu bilmiyorum. Bunun için azgınlaşmış, haktan ve hukuktan sapmış bir memlekete bir Peygamber yetmeyebiliyor, ikinci bir peygamberle desteklenmesi gerekiyor. O’nu da dinlemiyorlar. İsyanlarına devam ediyorlar. İtaate yönelmedikleri zaman üçüncü bir elçi ile desteklenmeleri de kaçınılmaz bir hal alıyor.
Bu durumu yanlış anlamayalım. Yanlış yorumlamaya da kalkışmayalım. Üzerinde durulması gereken bir konu. Günümüzün en önemli konularından biri.
Burada zikredilen Peygamberlerin tebliğ konusunda yeterli olmadıkları, görevlerini savsakladıkları veya canla başla çalışmadıkları, dini emirleri anlatırlarken nefret ettirdikleri, konuşmalarının seviyesini ve sınırını belirleyemedikleri, üsluplarına dikkat etmedikleri manasına yorumlayamayız. Haşa, bu duruma düşmekten Yüce Allah’a sığınırız.
Peki niye bir elçi değil, iki elçi değil de tam üç elçi? Üçü de bir zaman diliminde ve aynı köyde aynı insanlar ile mühattap olup aynı dini anlatıyorlar?
Burada, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O memleket halkı o kadar azgınlaşmış ki, o kadar haktan, hukuktan, adaletten ve ahlaktan uzaklaşmışlar ki, o kadar nezaketten ve insanlıktan uzaklaşmışlar ki, vicdanlarını o kadar köreltmişler ki bir elçi, iki elçi veya üç elçi dahi onlara doğruyu anlatmaya, vahyi belletmeye, yanlışları kavratmaya güç yetiremiyorlar. Bu durum bize o memleket halkının, sapıklıkta zirve yaptıklarını, isyanda sınır tanımadıklarını, ilahlaşma konusunda kendi kendilerine yettiklerini anlatmaktadır.
Zaman zaman kimi insanın, bahane bulmak adına dini tebliğ eden insanlarda kusur aradıklarına şahit olmuşuzdur. Dini tebliğ eden insanların dini eksik anlattıklarını veya sert bir üslup takındıklarını, yerini ve zamanını iyi bir şekilde gözetleyemediklerini hep duyarız. Hatta kimi insanın di,ni ret ederlerken bu gibi bahanelerin arkasına sığındıklarına da şahit olmuşluğumuz çoktur.
Evet, Peygamberlerin dışında kalan diğer insanların dini anlatma yani tebliğ konusunda sergiledikleri kusurları ve hataları mutlaka vardır ve olacaktır. Hiçbir tebliğci elçi yani peygamber değildir. Bahanelere sığınanlar, yanlışlarda diretenler, dini olmayan iş ve işlemlerinden vazgeçmek istemeyen insanların bu kusurları bayraklaştırdıklarına, bu hataların arkasına sığındıklarına şahit olmaktayız. Hatta bu durumun sapıklıkta sınır tanımamanın, kendisini ilahlaştırmanın en bariz ifadesi olduğunu da söyleyebiliriz.
Halbuki her insan, gönderilen elçi ve indirilen kitap sebebiyle bizzat kendisi doğruyu bulması ve doğruyu anlaması kaçınılmaz bir farzı ayndır, bir görevdir. Yer yüzünde hiçbir insan başka bir insana tebliğde bulunmayacak olsa dahi, her insanın kendisi doğruyu bulmakla ve doğruları yaşamakla sorumlu olmaktan kurtulacak değildir. “Müjdeleyen ve uyaran peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı tutunacak bir delilleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisa/165) Peygamberlerin........