Ölümünün 50. Yılında muallim mahir iz

Bir Şahsiyet Abidesi, Dava Adamı ve Muallim Nümunesi:

Mahir İz (1895- 9 Temmuz 1974)

Mahir Hoca, yaşayışının her yönü ile bir ideal insan nümunesi idi. Örnek bir insandı. Örnekliğinin en güzel süsü bir edep timsali olmasıydı. Hoca’nın ‘Mahmud’ül Mahal’ diye sevdiği Prof. Dr. Mahmut Çamdibi, hocanın bu halini şöyle anlatır: ’’Tam bir terbiye adamıydı Mahir Hoca. Bir edeb adamı, adâb adamı. Oturması kalkması, yürümesi konuşması bile belli bir edeb içinde olurdu hep. Öyle sereserpe,(…) oturduğuna rastlamadım hiç. Hep bir edeb-i daim içindeydi, sanki namazdaymış gibi.’’

Mahir İz’in gençliği Abdülhamit’in son senelerine denk gelir. O devri hissederek ilmiye ve Osmanlı bürokrasisine mensup bir aile muhitinde adım atar, gençlik çağlarına. Neslin, oda kültürü ve sohbetle yetiştiği/yetiştirildiği ortamlarda şahsiyeti teşekkül etmeye başlar. Sohbet kültürüne dayalı bir sosyal muhitte yetişir Mahir İz. Arkasından gelen İttihatçılar Devri, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları, Mütareke dönemi, Milli Mücadele ve peşi sıra gelen yeni Cumhuriyet Dönemi. Kavramları, uygulamaları, dünyayı algılama biçimleri birbirinden oldukça farklı dönemleri iç dünyasında yoğurarak ait olduğu münevver zümreden de kopmadan bir taraftan iç dünyasını mukavim hale getirmiş. Diğer yandan da oldukça güçlü aurasının çekimindeki sohbet ve dersleriyle, çevresine ışık vermeye devam etmiştir.

Abdullah Mahir İz Hoca’nın hayatı da, uygulamaları da; kendinden sonraki neslin hayatının her aşamasına tatbik edilebilecek, model olabilecek örnekler barındırmaktaydı.

Mahir Hoca bir edep timsaliydi. Hoca’nın ‘Mahmud’ül Mahal’ diye sevdiği Prof. Dr. Mahmut Çamdibi, hocanın bu halini şöyle anlatır: ’’Tam bir terbiye adamıydı Mahir Hoca. Bir edeb adamı, adâb adamı. Oturması kalması, yürümesi konuşması bile belli bir edeb içinde olurdu hep. Öyle sereserpe,(…) oturduğuna rastlamadım hiç. Hep bir edeb-i daim içindeydi, sanki namazdaymış gibi.’’(202Ö)

Hoca, inanç dünyasını yaşamayı direk hayatından başlatarak temellendirir. Maaşının yüzde iki buçuğunu zekat olarak fakirlere veren birisidir. Talebelerinden birisi de maaşa geçtiği zaman, hemen yüzde iki buçuğunu direk fakirlere vermesini isterdi. Böylelikle Allah’ın merhamet tecellisinin fakirler üzerine diğer durumu yeterli olanlarca zuhuruna kapı açılacağını düşünür Hoca. Bunun da üzerinde zayıfa merhamet edenlere de, Allah’ın merhameti celbedilmiş olur. Hocanın fikriyatı da yaşayışı da bu istikamettedir. Kızı Sema Üstünel’in dilinden hocanın zekâta bakışı: ‘’Babam, ‘’Zekâtını düzgün veren insanın, hayatta başı ağrımaz’’ derdi’ şeklinde dile getirilmektedir.

Hoca’nın hayatı, içinden geçtiği dönemler, dönemlere yön veren şahıslarla hesaplaşma/mücadele şeklinde değil, olan hali ile inancını belli prensipler dairesinde yaşamak istikametinde zuhur eder. Zihni ve ruhu, hayatını ölçülerine/Kur’an ölçüsüne göre yaşamaya odaklıdır.

Mahir Hoca’nın hayatını iki kelime ile ifade etmek gerekirse ‘hak ve hakikat’ üzerine örülmüş/kurulmuş bir hayat ve yaşama çizgisi şeklinde özetlenebilir. Tüm yaşayışına ve şahsiyetine yön veren işte bu iki temel prensiptir: ’Hak ve hakikat’ düşüncesi. Hocanın hayatında şikâyetin yeri yoktur. Şekvacı değildir. Hadiseleri ve içindeki figürleri, tabii seyir içinde görmektedir. O aşkını kuşanmış aşkın birisidir. Hal ve ahvalin icabını yapandır. Halin icabının şartları içinde, inancını yaşayandır. Hem zamanın ruhunu okuyan, hem de zamanın ruhunu yazandır. Hem ‘ibnül vakt’tir. Hem ‘ebul vakt’tir. Cereyan eden hadiseleri, ilahî kudretin bir eseri olarak görür ve Cenab-ı Mevla’nın tecellilerini arar.

Hak ve hakikati kendisine yol ve dava edinen bir şahsiyet olarak yetişir. Ömrünün sonraki........

© Akasyam