Büyük Dedem Kado
Birecik’in sabahı başkadır. Fırat’ın üstüne çöken sis, güneş doğana kadar suya sanki bir sır perdesi gibi gerilir; kuşlar yalı boyundaki söğütlere konar; balıkçılar henüz suya açılmamıştır.
Fakat bir ses vardır ki, güneşten önce doğar. Bu Abdulkadir'in havara kayaları yontan balyozunun mihaniki sesidir.
Kentin en eski sokaklarında yankılanan bu ağır ritim, mermeri ufaltma sesidir. Birecik halkı bu sese alışkındır. Hatta bazı yaşlılar, “Sabah ezanından sonra Kado’nun balyozu çalmazsa, o gün bizim için bereket mahrumudur,” derler.
Kado—asıl adı Abdulkadir—Kerkük’ten gelmiştir. Sekiz baba önce... Tozlu yollar, kervan gölgeleri, yokuşlardan inen rüzgârlar ve göç eden bir soyun hatırası omuzlarına sinmiştir.
Kerkük’te bir soylu taşçı ailesindendi. Taşı sadece kesmez, okur, üfler, sırdaş olurdu onunla. Dedelerinden kalan hüner, onun parmaklarında esrara dönüşürdü.
Ama bir gün kader, o aileyi ikiye ayırdı. Büyük dedelerin son toplantısında iki kardeş—Kado ve İsmail—yola çıkmaya karar verdiler. Kerkük daralmıştı; geçim kıt, aile kalabalıktı.
“Kervan iki yöne dağılırsa rızık da genişler” demişti babaları. İsmail kuzeyin serin rüzgârlarına güvenmişti: Muş ve Varto taraflarına. Kado ise içindeki su sesini dinledi: “Ben Fırat’a gideceğim.”
**
Fırat’a yaklaşırken toprak kızıl, kayalar sarıya çalan bir kalker rengine dönünce Kado’nun gözleri parladı.
“Havara taşının kokusu bu…” dedi kendi kendine. Bu taş, Kerkük’teki ocakları hatırlatıyordu. Kolay işlenir, ama sanata dönüşünce asırlarca dayanırdı.
Birecik halkı, yabancı bir adamın sabahın dördünde dağın yamacında bir taş ocağına tırmandığını görünce şaşırmıştı. Kado, bir gün biçilmiş otların yanında konakladı, ertesi........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein