TAKDİM
İçinde bulunulan devir, mutlak hakikatten sapmanın getirdiği esrarlı bir buhurdandan tüten belirsizlik, nisbetsizlik, dengesizlik ve şekilsizlik dumanlarıyla çevrelenmiştir. İnsan ve toplum meseleleri, tezadlar ve acaiplikler dünyasının kaosunda boğulmaktadır. Bu manzara, küresel ölçekte bir krizin sadece ekonomik veya siyasi değil, bilhassa ruhî ve fikrî bir çöküşün neticesi olduğunu göstermektedir. Bu yıkım ortamında, bir kurtuluş hamlesinin doğabilmesi için, öncelikle eylemin kendisine zemin hazırlayan fikrin ne olduğunun idrak edilmesi zorunludur.
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koyduğu temel ölçü budur: Aksiyon, tek başına bir gayeye sahip değildir. Bilardo masasında bilyenin hareketini, vuran fikir değneğinin zaviyesi belirlediği gibi, "Aksiyon, bir fikir ve görüş manzumesinin yeryüzünden istediği ifade âlemidir". Bu demektir ki, düşman cephenin eylemlerine karşı geliştirilecek mukavemet, salt bir tepki veya intikam olmaktan çıkmalı, onu aşan, üstün bir fikrin ifadesi olmalıdır. Yanlış aksiyondan duyulan nefret, aksiyonu küçümsemeyi değil, aksiyonun kutsallığına hürmeti gerektirir; bu, düşmanın varlığını bile bir hareketlenme itkisi olarak kabul etme yüksek şuurudur.
Bu zorlu muhasebeye girişmeden evvel, nefsin muhasebesinin tamamlanması esastır. Bir milletin yeniden doğuşu, "kendimizi bütün zaaflarımız ve kuvvetlerimizi tespit etmiş olarak, yepyeni bir ruh, mefkûre ve nizâm yekpâreliği içinde yeniden doğmamız lâzım" tespitiyle mümkündür. Bu, sadece malumat toplamak değil, bilginin hakikatine ermektir. Hazret-i Ebubekir'in hikmetinde belirtildiği gibi, "İdrakı idrak etmek, bir ilimdir". Bu seviyede bir idrak, fikri mücadeleye atılacak her ferdin temel epistemolojik yükümlülüğüdür.
BÜYÜK DOĞU'YA NİSBET VE FİKRİN MUTLAK GEREKLİLİĞİ
Bu nisbet, kuru bir hürmetten ibaret değildir; o, fikrin mutlakiyetini ifade eder. "Mutlak fikir gerekli!" şiarıyla özetlenen bu zorunluluk, Bütün Fikrin Gerekliliği adıyla sistemin temel taşına yerleştirilmiştir. Bu, insanın karşılaştığı her meselede, Şeriat ölçülerinden zerre taviz vermeden, fikri ve ahlaki bütünlüğü sağlama gayesidir.
Bu fikir ve aksiyonun tavizsizliği, aynı zamanda hareketin ahlaki konumunu da belirler. Dışarıdan gelen eleştirilere karşı duruş, sadece bir savunma değil, bir hüküm ve tescil makamının icrasıdır: "Biz, samimiyeti tescil edilme durumunda değil de, samimiyeti tescil makamındayız". Bu mutlakiyetçi duruş, davanın gerektirdiği "zarurî" şuurun tesisini esas alır; faydasız ve kolay olan yollara sapanları ise acımasızca reddeder. Üstadın davası, geçmişte kalmış bir anı değil, her an hesap verme zorunluluğu içinde taze tutulması gereken bir varoluş şuurudur; bu yüzden Kumandan, Üstad’dan bahsederken dili geçmiş zaman kullanmamaya gayret eder. Bu, Yürüyen Büyük Doğu'nun zaman üstü ve ebedî oluşunu simgeler.
BAŞYÜCELİK VE GERÇEK HÜRRİYET
İdeal, kuru bir arzu veya heves değil, "eşya ve hadiseler üzerinde kendi nakşını görmek isteyen bir fikrin belirttiği hasret, iştiyak, hayâl ve plânıdır". Eğer ideolocya (fikir) bir beyinse, ideal de (aşk) bir kalptir. Bu ulvi oluşa göz dikmeyen hiçbir siyasi hareket ideal olamaz. İdealizmin yeryüzündeki en keskin ifadesi, Ferhad'ın Şirin'e kavuşmak için dağı delmesindeki "aşk, vecd, cehd ve azm hamlesine" benzer. Şirin, burada mistik bir unsur, sembolik bir hakikati (idefikir) temsil eder.
Bu mistik temel, aksiyonun ruhunu oluşturur. İdealist, sadece dünyevi ölçülerle değil, manevi bir şiddetle hareket eder. Bayezid Bestamî'nin namaz kılarken Şeriate saygı ve sevgisinden kaburga kemiklerinin çatırdayışı , sıradan dindarlıkla idealist mücahit arasındaki derin farkı gösterir. Bu, siyaseti nefsin hesaplarından arındıran, ilahi teslimiyete dayalı bir aksiyon ruhunu ifade eder.
Hâkimiyetin Esası ve Gerçek Hürriyet
Başyücelik Devleti, modern çağın fikri sefaleti olan Batı hürriyetçiliğine karşı mutlak bir antitezdir. Batı'nın liberalizmi ve demokrasyası, "başıboş rey hastalığında, çürümüş ve kokmuş bir cemiyet bünyesinin örneklik arazlarından birini gösterir". Hürriyet, araç olmaktan çıkıp amaç haline geldiğinde, dejenere olarak "eşek hürriyetine dek dayanır".
Gerçek hürriyet, Batılılaşma tuzağında vaat edilen keyfi başıboşlukta değil, mutlak teslimiyettedir: "Hakk'a teslim ol, hürriyete kavuş!". Bu teslimiyet, fertte vicdan istiklali sağlar. İslam'da siyasetin varlığı tartışılmaz; tartışılması gereken tek husus, doğru siyasetin ne olduğudur.
İdeal nizam, Üstad'ın "Yüceler Kurultayı" mefkûresinde billurlaşır. Bu Kurultay, idareyi sıradan halk yığınlarının (binbir başlı mahlûk) eline değil, "fikir çilesinden ve idrak ıstırabından doğan" gerçek aydınlar asalet sınıfına teslim eder. Bir İmam-ı Gazalî'yi sıradan bir çobanla kemmiyet hesabıyla bir tutan rejim, Firavunlar rejimi derecesinde bâtıldır.
Bu mutlak fikre dayalı idare, Müdahalecilik prensibini esas alır. Bu, hem hayvanî ve nebatî hürriyeti hem de ferdî ve nefsanî tasallutların her türlü zalim istibdadını mahkûm eder. Bu sistemde, fert, kendi üzerindeki gözetim hakkını, kendisini kendisinden daha iyi koruyacağına emin olduğu topluluk cihazına teslim eder. Bu müdahalecilik, tırnağın gömülü olduğu eti acıtmaması gibi, zalim ve nefsanî değil, hakikate esaretten başka bir şey olmayan gerçek hürriyetin tecellisidir. Bu tanım, Put Adam’ın şahsî kibrine dayanan, Çankaya'yı "Cinayet, Utanç ve Rezilliğin Merkezi" yapan keyfi diktatörlüğünden kesin bir sınırla ayrılmaktadır.
KÜFÜR YOBAZLARI VE UCUZCULUK HASTALIĞI
Hakikati tesis ettikten sonra, düşmanı, kendi fikri sefaletinin ve ahlaki zaaflarının aynasında görmek gerekir. Düşman cephesi, dışta Batı emperyalizması ve içte ucuzculuk hastalığı ile karakterize edilen bir antitezler yumağıdır.
Batı ve Küresel Köleliğin Anatomisi
Batı medeniyeti, derinliğine inen ruhî bir temele değil, geniş madde planıyla temasta olan "kuru akıl harikasından"........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein