Eskiden devrimciler örgüt faaliyetleri nedeniyle yakalandıklarında “Anayasa’yı tebdil, tağyir ve ilga” suçlamasıyla, yani TCK 146. Madde’yle yargılanırlardı. Daha açık söylemek gerekirse, Anayasa’yı tamamen ya da kısmen değiştirmek ya da ortadan kaldırmak. Bu, devletin kendini koruma mekanizmalarından biriydi.

Bir haftadır, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi kararına uymayışı ve bununla da yetinmeyip Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasıyla başlayan tabloyu konuşuyor, tartışıyoruz.

Hatırlayalım, Anayasa Mahkemesi (AYM) 14 Mayıs genel seçimlerinde TİP’ten Hatay milletvekili seçilen Gezi Davası tutuklusu Can Atalay’ın ‘hak ihlali’ne uğradığına karar vermiş, tahliyesi edilmesi gerektiğine hükmetmişti. Ancak kararı yeniden görüşmesi gereken yerel mahkeme tebligatı Yargıtay’a gönderdi.

AYM kararı Yargıtay tarafından tanınmadı. Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’yı ihlal ettiğini ve yetkisini aştığını belirten Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay hakkında ihlal kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulundu. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göre, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay’ın kesinleşmiş kararını dikkate almaksızın inceleme yapmıştı.

Bu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, anayasal açıdan durum şu: Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de yayımlanınca yürürlüğe girer. Bu, net bir anayasal hüküm. Tüm kurumlar da buna uymak zorunda.

Yargıtay’ın bu hamlesiyle siyaset doğal olarak ikiye bölündü. Yargıtay nihayetinde AKP-MHP koalisyonunun istediği bir çıkış yapmıştı; hâl böyle olunca Cumhurbaşkanı Erdoğan önce Yargıtay kararına hak verdi, sonra da durumu yargı kurumları arasında bir kriz, anlaşmazlık olarak tanımladı. Kendine hakem rolü biçti ve bu durumun yeni anayasayla çözüleceği mesajlarını vermeye başladı.

CHP ise –bence haklı olarak– durumu bir ‘darbe’ olarak niteledi ve bununla ilgili çeşitli eylemler yapmakta.
Yargıtay’da MHP’nin ağırlığı olduğu yönündeki kulis haberlerini doğrularcasına, MHP Genel Başkanı Bahçeli en sert çıkışı yaparak, Anayasa Mahkemesi’nin Kandil’e gitmesini önerdi.

Burada asıl üzerinde durulması gereken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bakanlar ve iktidar medyasının durumu bir ‘kriz’ olarak tarif etmesi.

Durum kriz filan değil. Mevcut anayasaya göre Anayasa Mahkemesi, hukuksal kararların anayasa uygunluğunu denetlemekle yükümlü ve kararları kesin. Ayrıca eskiden bireysel başvuru yapılamazken, 2010’da, AKP eliyle artık Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru da yapılabiliyor. (AKP, şüphesiz, bunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruları olabildiğince geciktirmek maksadıyla hayata geçirmişti.)

Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi anayasanın kendisine verdiği görevi ve sorumluluğu kullanıyor, Yargıtay da buna uymuyor. Bunun herhâlde tek açıklaması Anayasa’yı ilga, yani ortan kaldırma teşebbüsü.

Tartışılacak elbette çok şey var ama şu notu da düşmekte fayda var: Diyelim ki, AKP ve medyasının dediği gibi Yargıtay da Anayasa Mahkemesi de, eşit konumdaki birer üst mahkeme. İyi ama bu durumda Yargıtay’ın yanılmazlığı nereden geliyor? Nihayetinde Hrant Dink’i mahkûm eden de Yargıtay değil miydi? O vakit Anayasa Mahkemesi’ne başvuru imkânı olsa belki de başka sonuçlar görecektik. Ya da azınlık vakıflarının mülklerine el koyma yolunu açan da Yargıtay değil miydi? Her şeyi geçtim, AKP hakkında kapatma davası açan Yargıtay’dı, ama partiyi kapanmaktan kurtaran da Anayasa Mahkemesi oldu, hatırlayalım.

Neyse, olan şu: Erdoğan elde ettiği sınırsız gücü yeterli bulmuyor ve Anayasa Mahkemesi’nden de kurtulmak istiyor. Bunun için de önce ‘kriz’ yaratılıyor, sonra krizi çözme bahanesiyle yeni anayasaya gidecek yollar döşenmeye çalışılıyor.

Elbette Türkiye toplumu yeni bir anayasa yapmalıdır ama bu yolla değil. Kriz çözme bahanesiyle tüm denge ve denetleme mekanizmalarını yok ederek, hiç değil.

QOSHE - Kriz değil, ilga - Yetvart Danzikyan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kriz değil, ilga

6 0
15.11.2023

Eskiden devrimciler örgüt faaliyetleri nedeniyle yakalandıklarında “Anayasa’yı tebdil, tağyir ve ilga” suçlamasıyla, yani TCK 146. Madde’yle yargılanırlardı. Daha açık söylemek gerekirse, Anayasa’yı tamamen ya da kısmen değiştirmek ya da ortadan kaldırmak. Bu, devletin kendini koruma mekanizmalarından biriydi.

Bir haftadır, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi kararına uymayışı ve bununla da yetinmeyip Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasıyla başlayan tabloyu konuşuyor, tartışıyoruz.

Hatırlayalım, Anayasa Mahkemesi (AYM) 14 Mayıs genel seçimlerinde TİP’ten Hatay milletvekili seçilen Gezi Davası tutuklusu Can Atalay’ın ‘hak ihlali’ne uğradığına karar vermiş, tahliyesi edilmesi gerektiğine hükmetmişti. Ancak kararı yeniden görüşmesi gereken yerel mahkeme tebligatı Yargıtay’a gönderdi.

AYM kararı Yargıtay tarafından tanınmadı. Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’yı ihlal ettiğini ve yetkisini aştığını belirten Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay hakkında ihlal kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulundu. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göre, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay’ın kesinleşmiş kararını dikkate almaksızın inceleme yapmıştı.

Bu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, anayasal açıdan durum şu: Anayasa........

© Agos


Get it on Google Play